Aşırı kuraklıktan kaynaklı Rift vadisinden yola çıkan atalarımız, verimli hilal olarak anılan Mezopotamya’nın yaşam kokan vadilerine doğru yol almıştır. Buralara yerleşerek neolitik denen çağın başlamasına neden olmuştur. Ulusal ve uluslararası otoriteler neolitik çağın başlangıcı olarak tarımın bulunmasını kabul etse de asıl çağı başlatan bu yaşanılabilir verimli topraklardır. Buralara yerleşme iklimin uygunluğu ve kendine yeten bir avcı toplayıcı yaşama ev sahipiliği yapabilen kapasitesidir. Tabi bu verimli hilal- Mezopotamya; Dicle ve Fırat nehirlerinin Türkiye’den doğduğu alanlardan başlayıp Basra Körfezi’nde birleştiği alana kadar olan ve buraları belirleyen bu vadilerin adıdır. Mezopotamya yüzlerce endemik türe, milyonlarca canlıya ev sahipliği yapan Avrupa’nın en büyük ekosistemlerinden biridir.
Kapitalizm kendini üç temel üzerinde var eder; ulus devlet, endüstriyalizm ve aşırı kâr. Doğa, kadın ve emek sömürüsünü esas alır. Kapitalizm, son iki yüz yılda su buharının bulunmasıyla endüstriyel sanayiye geçiş yapar. Kendini gerçekleştirmek için gerekli olan sanayide çalışacakların sömürüsü ile aşırı kâr ilkesini de gerçekleştirmiştir. Geriye iç savaşlarla ulus devletlerin inşasını da gerçekleştiren kapitalizm artık dünyaya hakim kapitalist modernist bir sistem olmuştur.
Bu sistem 1900’lü yıllarda dünyada etkin olan ulus devlet modeli Osmanlının parçalanması ile Türkiye’ye de sıçramıştır. Ulus devletin temeli teklik üzerine kuruludur. Çeşitlilik, çeşitliliğin birbirini desteklemesi ulus devlet anlayışının yerleşmesinin önündeki en büyük engellerden biridir. Şark Islahat Planı, Şeyh Said İsyanı, Dersim Katliamı, Seyid Rıza İsyanı ve doksanlardaki köy boşaltmaları tam da tekliği gerçekleştirme çalışmalarıdır. Tek bayrak, tek millet ve tek dil bunun günümüz söylemidir.
1950’li yıllarda devlet planlama teşkilatının ulus devletin inşası için göçerterek asimİle etme politikalarına barajlar eklenerek günümüze gelen bir güvenlik politikasının temellerini atmıştır. Güneydoğu Anadolu Projesi (GAP), tamamıyla bu çalışmanın politikalarının uzun vadeli programıdır. Ilısu Barajı tam da bu projenin ilk ve en önemli ayağı olan güvenlik barajıdır.
Egemenler tarihi Sümerlerle başlar ve tüm doğrular onların belirlediği kanıtlarla ifade edilir. Bu veriler dışındaki tüm bilgi, belge ve verilerin yok edilmesi üzerine kurulmuştur. Irak’ta ve Suriye’de DAİŞ eliyle tarihsel yapıların put tanımlamasıyla yıkılması tamamen egemenler tarihinin sürekliliğini esas almak üzerinidir. Bu zihniyet kapitalizmin hizmetine tüm alanlarda devam etmektedir.
Mezopotamya’nın her yerinden fışkıran bu tarihin yok edilmesi için bulunan çare barajlar oldu. GAP projesi kapsamında; Atatürk Barajı ile Newala Çorê, Batman Barajı ile Çemî Hola, Ilısu Barajı ile Hasankeyf ve Silvan Barajı ile Gelîyê Godernê sular altında kaldı ya da bırakılmaya çalışılıyor. Tarihsel, kültürel, doğa soykırımı bu yöntemle yapılmaktadır. Elbette bu politikalarının üstünü örtmek adına enerji ihtiyacı ve tarımsal sulama için kullanılacağı söylemi samimiyetten uzak bir söylemdir.
Sınırları aşan sular statüsünde olan Dicle Nehri suları savaş aygıtı olma hatta savaş silahı olarak kullanılması üzerine de kurulu bir çalışmadır. Bugün dünyada her beş kişiden biri temiz ve sağlıklı suya erişemezken 2050 yılında her yedi kişiden beşi bu şansa sahip olabilecek. Dünyada suyun ticarileşmesi son hızla devam ederken bu gün bile petrolden daha önemli ve kıymetli bir varlık olmuştur. Bunu gören kapitalist modernist sistem suyun metalaştırılmasının önünü açmış ve tüm dünyada olduğu gibi Türkiye’de de bunu başarmıştır. Tüm doğal varlıkların sermayeye peşkeş çekilme yöntemi olarak barajlar bu yönlü de kullanılmaktadır.14 Temmuz’da tüm dünyada nehirlerin korunması için yapılan Büyük Atlayış eylemine dair yapılan çağrıyı ben de buradan tüm yaşam savunucularına ileteyim. Ve bilinsin ki “Hasankeyf için geç değil.”