Günümüz Türkiye’sinde başlıktaki özelliği taşıyan bir tek parti var. O da Halkların Demokratik Partisi (HDP). HDP’den önce ne yazık ki bu sıfatı taşıyan herhangi bir parti yok. Doğal olarak hem ilk hem de tek. Gerekçelerden birisi olarak bu durumu göz önüne alarak, 4. Olağan Genel Kurul süreci henüz başlamışken, söz konusu içeriğin ve HDP’nin kısaca tarihsel sürecini, bugününü ve olası yarınını ele almak istiyorum.
Kuruluşundaki amaç ve hedeflerin tamamını karşılayamıyor olsa da HDP’yi ülke genelinde ayırdedici yapan önemli bir özelliği, her biri kendi kimliklerini/yapılarını koruyan/sürdürmekte olan siyasi partiler ve yapıların biraradalığıyla hayat bulan bir kurumsallığa sahip olmasıdır. HDP, ülkedeki siyasi partilerin tümünden ayrılan bu özelliğiyle çok bileşenli bir partidir. Bileşenler, parti meclisi ve merkez yönetim kurulunda temsil edilmektedir. Dolayısıyla, her bir bileşenin parti yönetiminde sözü ve yeri bulunmaktadır. Bununla birlikte, ilçe ve il örgütlenmelerinde benzer durumdan söz etmek hiç de kolay değil. Hangi ilde hangi bileşen daha örgütlü ise onun ağırlıklı olduğu görev dağılımının varlığı dikkat çekmektedir. Hem merkez hem de yerel örgüt yapılanmasında bireylerin varlığı ve görev alışı da olabildiğince az sayıdadır.
Bu kısa yazıda HDP’yi tek bir özelliği ile ele alacak olmama karşın, bugünün bir kurumu olarak HDP’yi ortaya çıkaran koşullardan da kısaca bahsetmek gerekiyor. O nedenle ana başlıklar altında olacak şekilde 10-15 yıl öncesine çok kısa bir yolculuk yapacağız.
Tekçilik dayatıldı Eylül 2010 Anayasa Referandumu’nda AKP hükümeti, ‘12 Eylül Anayasası’nı değiştiriyorum, evet oyu kullanmayanlar darbecidir’ safsatasıyla arkasına aldığı rüzgarın ardından emeğe, emekçiye saldırının yanı sıra, halklara, inançlara, yaşam biçimlerine vb. karşı tahammülsüzlüğünün görünür hale gelmesinde pervasızlaştı. Referandumla birlikte yargıda gerçekleştirilen düzenlemelerin hemen sonrasında tekçi bir yaşamı hayata geçirmenin adımlarını hızla atmaya başladı. Temmuz 2019 tarihinde KCK, Devrimci Karargah, Balyoz ve Ergenekon davaları Cumhurbaşkanlığı tarafından KUMPAS DAVALARI olarak tanımlanmış olsa bile, 12 Eylül 2010’dan itibaren, tek din, tek mezhep, tek halk, tek dil, tek sendika, tek parti, tek üniversite, tek lise, tek giysi, tek konut vb. başta olmak üzere üst yapı kurumlarının tümünde tekçiliği, saklamaya gerek duymadan, doğrudan siyasallaştırdığı yargıyı, siyasallaştırdığı sermaye birikim sürecini ve 15 Temmuz 2016 askeri kalkışmasını bahane ederek gerçekleştirdiği Anayasa darbesini de kullanarak dayattı. Emekçi, yoksul, işsiz kimliğiyle ezilenler, bu dönemde yanlarına birileri daha eklenerek, alt kimlikleri (etnik kimlikleri, inançları, cinsiyetleri, cinsel yönelimleri vb.) üzerinden ezilmeye, yok sayılmaya, mümkün olsa yok edilme hedefiyle acımasız bir dışlanma operasyonuyla karşı karşıya bırakıldı.
İşte böyle bir atmosferin, olgunlaşma sürecinin başlangıç dönemi de sayılabilecek Temmuz 2011’de genel seçimlere gidilirken nefessiz kalmamak için, öncelikle söz konusu bu atmosferde nefes alınabilecek bir alan açabilmek amacıyla, Emek Demokrasi ve Özgürlük Bloku (EDÖB) kuruldu. Her türlü engelleme ve baskıya rağmen EDÖB, seçimlerden zaferle çıktı. Benzer bir blok, 2007 genel seçimleri gündeme geldiğinde, hem emeğin hem de Kürt sorununun siyasi çözümünden yana olan siyasi parti ve yapıların bir araya gelişiyle “Emek ve Barış Bloku’’ adıyla kurulmuş ve yine seçime bağımsız adaylarla katılmıştı. O dönemde de her türlü engellemeye karşın, seçimlerden başarıyla çıkılmış ve TBMM’de grup kurulabilmişti. Her iki sorunun çözümü için bir yandan iktidar zorlanırken, öte yandan kamuoyunun çok farklı kesimlerinin, Meclis kürsüsünden konuyla ilgili olarak “gerçek” bilgiyle aydınlatabilmesi olanağı yaratılmıştı. Söz konusu, başarılı sayılabilecek süreç, 2011 genel seçimlerinde çok daha fazla sayıda siyasi parti ve yapının yanı sıra, aydın, yazar, bilim insanı, sanatçı, edebiyatçı vb. bireylerin de katılımı ve desteğiyle EDÖB’nin kurulmasını getirmişti. Seçimlere yine bağımsız adaylarla girilmiş ve önceki genel seçimlere göre, çok daha büyük bir başarıyla çıkılabilmişti.
EDÖB’ün zaferi moral oldu
2011 seçimlerinde elde edilen başarı; aynı zamanda “Kürt sorununun siyasi çözümü”, emek, demokrasi ile kişisel ve toplumsal hak ve özgürlükler mücadelesinde aktifleşen, çözüm talep eden bir seçmen kitlesinin, toplumsal muhalefetin de beraberinde var olduğunu ve son dört yıl içinde de geliştiğini gösteriyordu. Akıl almaz baskı ve engellemelere rağmen, EDÖB’nin seçimlerden zaferle çıkmış olması dışlananların, ötekileştirilenlerin önemli bir bölümüne moral oldu, heyecan verdi. O tarihlerde düzenli yapılabilen avukat görüşmeleri tutanaklarına yansıtıldığı kadarıyla öğrenebildiğimiz; Kürt halk önderi Abdullah Öcalan’ın EDÖB’nin evriltilmesi gereken yapıyla ilgili olarak daha önceden önerilerde bulunduğu, yerellerde meclislere dayalı bir kongrenin hayata geçirilebilmesinin bu topraklarda birlikte ve eşit yaşamın anahtarı olduğu yönündeydi. EDÖB’nin en büyük bileşeninden gelen öneri, hem dünya ve Türkiye deneyimleriyle durum tespitinde ulaşılan sonuçlar hem de ülkenin nesnel koşulları EDÖB’nin kongre tarzı bir örgütlenmeyle devamından yana tutum alınmasının gerekliliğini ortaya çıkarmıştır.
HDK umut yarattı
Söz konusu bu saptamalardan hareketle, bir kısmı daha önceki bloklarda da yer almış 40’dan fazla siyasi parti, siyasi oluşum, dernek, sivil toplum örgütü, inanç grupları vb. ile birey olarak katılım gösteren akademisyen, yazar, sanatçı, edebiyatçı ve demokratik kitle örgütü yöneticileri Dernekler Kanunu’nun 25. maddesinde de yer alan bir platform olarak Halkların Demokratik Kongresi’ni (HDK), 15 Ekim 2011’de kurdular. Kuruluş Kongresi’nin yarattığı atmosferi anımsayalım. Yalnızca içinde yer alan yapılarla onların üyelerine değil, birçoğu öznel nedenlerle dışında kalmayı tercih etmiş yapıların üyelerine de sol, sosyalist hareketlerin daha uzağında durup, siyaseti takip edenlere de bir biçimde duyup fark eden emekçiye, işçiye, köylüye, kadına, gence, LGBTİ+’ya, mağdura, dışlanmışa, akademisyene, sanatçıya ve aydına heyecan taşıdı. Barış, eşitlik, özgürlük isteyen hemen herkeste evet, “Erdoğan’a da AKP’ye de bu hükümete de mahkûm değiliz, alternatifi var” umudunu filizlendirdi. Çünkü HDK, bir yola çıkıştır. Çıkılan bu yol, herkesin kendi cinsiyeti, kültürü, inancı, kimliği, anadili, cinsel yönelimi ve düşüncesiyle özgür ve eşit yaşadığı; farklılıkları nedeniyle baskı ve ayrımcılığa uğramadığı, sömürünün olmadığı, tüm canlıların yaşamın öznesi olabildiği bir yaşamı ve onun ülkesini var edebilme ve geliştirebilme hedefine ulaşabilmenin yoludur. HDK, bir kongre olarak, yerellerde meclisler aracılığıyla toplumu-yaşamı ve kendini dönüştürerek, bu yolu yürüyebileceğini kuruluş metinlerinde de ilan etmiştir.
İçsel kazanımlar ve birikimler
HDK’nin ilk yılında kazanılan bu ivmeyle beraber, bileşen temsilcilerinin birbirlerini daha yakından tanıma ve paylaşımıyla, hep birlikte, devamlılığı olan, sistematik ve programlı iş yapabilmeyi öğrenme gibi önemli içsel kazanımlar, birikimler de sağlandı. Birinci yılın sonunda her ne kadar eski ve olumsuz alışkanlıkların tümünden arınılamamış olunsa da yeni ve olumlularının kazanıldığına, geliştirildiğine bizzat tanıklık ettik. Bu zaman diliminde, kamuoyunda HDK’ye ilginin yanı sıra, yapı olarak ya/ya da bağımsız unsurların katılımında da artış oldu. Çok geçmeden ilçe, il ve bölge meclisleri kuruldu. İllerin birçoğunda, yerel inisiyatiflerle yaratılan kolektif kaynaklarla HDK bileşenlerinden herhangi birine ait olmayan bağımsız mekanlar oluşturuldu. Başlangıçta, yönetsel amaçlı meclisler buralarda faaliyetlerine başladılar. HDK’nin tüzüğünde var olan kotalara uygun delegasyonları belirlediler, yerellerin özgün sorunlarını temel alan meclisler kurup çalıştırabildiler.
HDP’nin kuruluşu
HDK, 15 Ekim 2012 tarihinde bir seçim partisi (yalnızca seçimlerde aktifleştirilecek) olarak HDP’yi kurdu. Parti, bu tarihte memleketimizde ilk defa bir Kongre tarafından kurulmuş, ilk KONGRE PARTİSİ (yerel örgütlülüğü kurucu kongresinin örgütlülüğü ile ayrı olmayan, Kongre’nin örgütlenme modelinin ve işlevselliğinin üzerinde kurulu olan bir parti) olma özelliği taşıyordu. Mart 2014 yerel seçimlerinin de “dayatması” ile yaklaşık bir yıl sonra, HDP, 27 Ekim 2013’te 1. Olağanüstü Genel Kurulu’nu gerçekleştirdi. Bu süreçte, öncelikle bileşenler ve bireylerin önemli bir bölümü partide yer almayı tercih etti. Hem merkezi hem de yerel organlarda birlikte çalışarak yeni bir deneyimin sahibi olmuş, kendi yapılarında yetkili, siyaset alanı başta olmak üzere, bilgili, birikimli ve deneyimli HDK kadroları HDP’ye geçti, devredildi. Kurucu kongre olmasına karşın, HDK’nin içi boşaltıldı, tüm partili bileşenler tarafından ikincil hale getirildi. Ancak, HDP’nin siyasi partiler ve seçim kanunu kapsamında, parti adıyla seçimlere girebilmesinin asgari koşulları da sağlandı. Bununla birlikte, Haziran 2014’te Barış ve Demokrasi Partisi (BDP) milletvekillerinin tümü HDP’ye katıldı. BDP, daha sonra Demokratik Bölgeler Partisi adını aldı ve HDP’nin bir bileşeni olarak, siyasal yaşamdaki yerini sürdürüyor.
HDP, 22 Haziran 2014 tarihinde, seçimli 2. Olağanüstü Genel Kurulu’nu gerçekleştirdi. Bu tarihte HDP, HDK bileşenlerinin ve bireylerin azınlıkta kalan bölümünün itirazlarına karşın, seçim partisi özelliğinden çıkartılıp, kitle partisi formuna dönüştürüldü. HDP, o günden bugüne değin bir kongre partisi olabilme hedef ve çabasının dışında kalarak/tutularak, yalnızca ÇOK BİLEŞENLİ PARTİ olma özelliğini taşıyor. Parti örgütlenmesi, kongre örgütlenmesi dışında, diğer siyasi partiler gibi, mevzuat kapsamında, dikey bir örgütlenmeye hızlıca sahip oldu ve öyle de kaldı. Böylece, doğrudan ifade edilebilmiş olmasa da meclisler eliyle toplumu-yaşamı dönüştürme ve dönüşme dinamiğiyle yol yürüme hedefinin yerini; bir parti çatısı altında, siyasal ve dikey olarak örgütlenme ve “iktidar olma” hedefi almış oldu.
DEVAM EDECEK…