Rusya’dan S-400 hava savunma sistemlerinin alınmasının, Türkiye üzerindeki emperyalist bağımlılık ilişkilerini zayıflatan bir rolü var mıdır? S-400’ler Türkiye’nin emperyalizmden bağımsızlığı için mücadele edenler tarafından değerlendirilebilecek bir olanak sunmakta mıdır?
Rusya’nın ABD emperyalizmi karşısında sınırlayıcı bir rol oynadığını, S-400’lerin NATO sistemlerini düşman unsur olarak tanımladığını, bu sistemlerin alınmasının ABD ve Türkiye arasında bir krize neden olduğunu dikkate alarak bu soruya olumlu yanıt verenler var. Ne var ki Rusya-ABD çatışması iki tarafın da emperyalist çıkarlar peşinde koştuğu gerici bir çatışma. NATO içi kriz de geleneksel ABD siyasetiyle ve bazı ABD kurumlarıyla sorun yaşayan AKP iktidarının çözümü Donald Trump çizgisine sarılmakta bulduğu gerici bir kriz olarak gelişiyor. Taner Timur’a göre: “S-400’ler, F-35’ler ve özgürlük kavgası” başlıklı yazısında belirttiği gibi “ABD ile Rusya karşıtı kamplarda görünseler de otoriterizm tutkusu ve sınıfsal dayanaklar Trump ile Putin’i birleştiriyor. Erdoğan da bu ortaklığı kullanıyor.”
Bu ilişki ve çelişkiler zemininde gerici güçlerin birbirlerini sönümlendirerek, devrimci güçler lehine yol temizliği yapmasını beklemek anlamsız. Aksine, S-400 krizi üzerinden Türkiye sahasına taşınan ABD/NATO-Rusya çatışması, emperyalizmin kendi krizini ülkemize ihraç edeceği yıkıcı gelişmeler vadetmekte ve Türkiye’nin emperyalizme bağımlılığını zayıflatmak yerine daha da boyutlandırmaktadır. Öte yandan ABD-Rusya çatışmasının gerici bir çatışma olmadığı koşullarda dahi Rusya, kendi askeri kapasitesini ABD emperyalizmi karşısında bağımsızlık mücadelesi veren diğer ulusların hizmetine sunmamış, aksine diğer ulusların emperyalizm ile çelişkilerini kendi çıkarları için değerlendirmekle sınırlı kalmıştır.
Rus dış siyasetinin ABD emperyalizmine karşı mücadele eden güçler açısından süreklilik arz eden güvenilmezliğini, SSCB’den Putin dönemine uzanan Rusya-Küba askeri ilişkileri çarpıcı bir şekilde ortaya koymaktadır. Fidel Castro, Ignacio Ramonet’e verdiği ve “Fidel Castro: İki Ses Bir Biyografi” adıyla kitaplaştırılan nehir söyleşide, Ekim 1962 Füze Krizi’nden Putin iktidarına Rusya ile ilişkilerinin ibret dolu öyküsünü anlatıyor. Küba Devrimi’nin sosyalist karakterinin ilan edildiği Nisan 1961 aynı zamanda ABD destekli karşı devrimcilerin Domuzlar Körfezi’ne çıkarma yapıp bozguna uğradığı tarihtir. Artık kapıdaki tehlike ABD’nin doğrudan askeri müdahalesidir ve devrimci Küba, Sovyetler Birliği’nin yardımını ister. 1962 itibariyle adada artık 42 bin Sovyet askeri bulunmaktadır.
16 Ekim 1962’de Sovyetler Birliği’nin Küba’ya SS-4 orta menzilli nükleer füzelerini yerleştirdiği ABD tarafından tespit edilince kriz patlak verir. ABD, Küba üzerinde askeri uçuşlar başlatıp bir hafta içinde adayı ablukaya alır. Küba olası bir savaşa karşı seferber olur. Sovyet gemileri yoldadır. Rusya 27 Ekim’de ada üzerinde uçan bir ABD uçağını düşürür.
Derken 28 Ekim’de SSCB ve ABD anlaşmaya varır ve Sovyetler SS-4 füzelerini sökeceğini ABD de ada etrafındaki ablukayı kaldıracağını açıklar. Küba’nın devrimci yönetimi bu anlaşma sürecinde devre dışı bırakılmış ve anlaşma maddelerini kamuoyu ile birlikte öğrenmiştir. Ortada bir tuhaflık vardır. “Küba Devrimi’ni ABD emperyalizmine karşı korumak” için gelen Rusya, Küba’nın devrimci liderliğine danışmadan bir anlaşma yapıp ABD’nin öfkesini çeken SS-4 füzelerini sökme kararı almıştır. ABD, Küba etrafındaki askeri ablukayı kaldırmayı kabul etmiştir ancak Guantanamo Üssü hala ABD’nin elindedir ve Küba’nın üstüne casus uçuşları sürmektedir.
İşin doğrusu Sovyet füzelerinin adaya geliş ve gidiş sebebi, devrimci Küba’nın ve kamuoyunun tahayyülündekinden farklıdır. Fidel anlatsın: “Bizler savaşın kaçınılmaz olduğunu düşünüyorduk. Bu riski göze almaya kararlıydık. Boyun eğmeyecektik. Ulusal egemenliğimizi savunmak hakkımızdı.”
“Gerginliğin en üst seviyeye çıktığı o anda Sovyetler ABD’ye bir teklif yolladılar. Kruşçev bunu bize danışmamıştı. Amerikalılar Türkiye’deki Jüpiter füzelerini geri çekerse, onlar da buradaki füzeleri geri çekmeyi teklif ettiler. Kennedy, 28 Ekim günü anlaşmayı kabul etti. Sovyetler de SS-4’leri çekmeye karar verdiler. Bu bize göre kesinlikle yanlıştı.”
“Bizimle konuşulmamıştı! Bize danışmaları gerekirdi. Tartışmalara katılmış olsaydık belki şartlar iyileşirdi. Guantanamo’daki deniz üssü kalmaz, yüksek irtifalı casus uçuşlarına son verilirdi…” Fidel, Guantanamo Körfezi’ndeki ABD üssünün kapatılması için tarihte yakalanan tek fırsatın Füze Krizi olduğunu ancak SSCB’nin Küba’da yaşanan bu krizi Küba’daki ABD varlığını sonlandırmak için değil SSCB çevresindeki (Türkiye’deki) ABD varlığını geriletmek için kullandığını hayıflanarak anlatıyor. Küba-SSCB ilişkileri bundan sonra gerilimli bir seyir izliyor.
1991’de Boris Yeltsin, ABD’yle pazarlık ediyor ve Küba’daki son Sovyet askerlerini geri çekiyor. Yine Küba’ya danışılmıyor. Fidel, “Nerede danışacaklar! Onlar asla danışmaz. Buradan ne götürdülerse danışmadan götürdüler” diyor. “Yeltsin zaten ABD’nin uşağıydı ama Putin geldi işler değişti, onunla bir şey yapılabilir” diyenler olabilir.
Yanıtını Fidel versin: “2000’de Putin Küba’yı ziyaret ettiğinde Elektronik Araştırma Merkezi’ni (adadaki son Rus tesisi) gezdik. Putin dostane bir tavırla geldi. Kapatıp götüreceklerini duyurduklarında bu tek taraflı bir karardı. Sorunu bu karardan birkaç gün, hatta birkaç saat önce (Ekim 2001), Putin’in ziyaretinden on ay kadar sonra dile getirdiler. Dolayısıyla hiçbiriyle hiçbir şey yapılamadı…” Fidel tüm bu yaşananların ışığında ABD emperyalizminin askeri saldırganlığına karşı simetrik bir askeri aygıtla değil ulusal bağımsızlığını korumak üzere bilinçlendirilip seferber edilmiş örgütlü bir halkla karşı konulacağı sonucuna varıyor. SSCB yıkıldıktan sonra ayakta duran Küba mucizesinin sırrı da burada yatıyor.
Derdimiz gerçekten anti-emperyalizm ise Küba bize ilham versin. Rus füzesinin hem de artık emperyalist olan Rusya’nın füzesinin büyüsüne kapılmak mı? Bizden uzak olsun.