Soğuk Savaş döneminin bitmesinden sonra Türkiye’nin ABD ile ilişkileri değişmeye başladı. 11 Eylül saldırısından sonra ABD’nin ve NATO’nun yeni politikaları siyasal İslam’a karşı mücadeleye dönüşünce, bölgesel bir güç olan Türkiye’nin önemi arttı. ABD, El Kaide’ye karşı mücadelesinde, Afganistan, Irak ve Suriye politikalarında Türkiye’yi ılımlı İslam modeli olarak öne çıkarırken, aynı zamanda NATO’nun tek İslam ülkesi olan Türkiye’ye Genişletilmiş Büyük Ortadoğu Projesi’nde (BOP) eşbaşkanlık görevi verdi. BOP’la birlikte Türkiye’nin geleneksel Ortadoğu ve İslam politikalarında temel değişiklikler oldu.
Türkiye bölgedeki rejim değişikliklerinde taraf olurken, bir yandan da Osmanlı’nın etnik, kültürel ve inançsal ayak izlerini takip etmeye başladı. Ortadoğu’daki diktatörlüklerin bir kısmıyla karmaşık ilişkiler kuran Türkiye giderek bölgede Sünni İslam liderliği yarışına girdi. Irak, Mısır, Libya ve Suriye iç savaşlarında müdahil olmaya başladı. Arapların önder devletleri konumunda olan Suudilerle ve Mısır’la geleneksel ilişkileri değişirken, Katar’la daha yakın ticari ve siyasi ilişkilere yöneldi.
Sünni-Hanefi İslam’ın liderliğini üstlenen Erdoğan, İran’ın Şii liderliğine ve Suudilerin Vahabi yayılmasına karşı tavır alırken, İhvan’ı sahiplenerek Rabia işaretini AKP’nin alamet-i farikası haline getirdi. Mısır’da Mursi’yi destekledi ve Sisi darbesine karşı tavır aldı. Libya’da UMH’yi destekledi. Bölgeye doğrudan veya dolaylı yollardan müdahale eden ABD ve koalisyon güçleri Fransa, İngiltere, Almanya ile rejimin davetiyle askeri güçleriyle Suriye’ye giren Rusya arasındaki güç dengelerini kullanarak kendisine bölgesel çapta yer açmaya çalıştı. Bu çabaları son yıllarda o hale geldi ki, Türkiye akşam Ruslarla yatıp, sabah ABD ile kalkmaya başladı.
Suriye savaşında Kürtlerin IŞİD’e karşı kazandığı başarı ve Rojava’da kurulmakta olan halk meclislerine dayalı kantonlar, Türkiye’nin bölgedeki egemen politikalarının temelini oluşturdu. Türkiye Kürtlere karşı, Cihatçı örgütlerden KDP’ye, Hamas’dan İhvan’a kadar birçok örgütle derin ilişkilere yöneldi. Rusya ve İran’la Astana mutabakatları yaparak Suriye’de söz sahibi olmaya başladı. Rusya’nın izniyle Cerablus ve Afrin’e girerek Suriye’ye yerleşti. İdlip’de çok sayıda gözlem noktaları kurdu ve Cihatçıların koruyucu rolünü üstlendi. Bugünlerde QSD’nin egemen olduğu Kuzey Suriye sınırı boyunca “Güvenli bölge” kurmaya çalışan Türkiye’nin nihai amacı; Kürtleri denetim altına almak, olası bir yeni federal Suriye oluşumunda Afrin ve İdlip’de Sünni-Hanefi İslam bölgesinin koruyuculuğunu üstlenmek ve Arap Nusayrilerin etkin olduğu Hatay bölgesini çevreleyerek güney sınırını tahkim etmektir.
Obama döneminde ABD’nin Türkiye’ye Patriot füzelerini ateşleme şifresini elinde tutması koşuluyla satmak istemesin dolayı Türkiye, önce Çin’den füze sistemi almaya çalıştı. Çin’le anlaşmayınca Rusya’dan Patriot’un eşdeğeri olan S-400 füze sistemlerini, ABD’nin ve NATO’nun uyarılarına rağmen satın aldı. Bunun üzerine ABD, 10 ülkeyle birlikte yer aldığı ve üretimine katkıda bulunduğu yeni nesil F-35 uçak projesinden Türkiye’yi çıkardı. Ayrıca Türkiye’nin ekonomik durumunu ciddi biçimde etkileyebilecek CAATSA yaptırımlarını gündemine aldı.
Türkiye şimdi Trump’ın ticari zekasına güvenerek sorunu ticaret yoluyla halletmeye ve bu amaçla çok sayıda yolcu uçağı siparişi ile Patriot füzelerine talip olarak onu etkilemeye çalışıyor. Cumhuriyetçi Senatörler’in net tavrına rağmen Trump’ın işi ne kadar sürünceme bırakıp bırakmayacağı kısa zamanda belli olacak. Ancak Türkiye’nin Rusya’dan S-400’leri almaktan vazgeçmemesi Erdoğan’ın birçok şeyi göze aldığı anlamına geliyor. 2,5 milyar dolar ödeyerek böyle bir pahalı füze sistemini alırken F-35 projesinden çıkarılmasından kaynaklı 9 milyar dolarlık zararı ve ABD ile bozulacak ilişkilerin yaratacağı sorunları göz ardı edecek kadar Türkiye’nin bu sisteme ihtiyacı var mı? Varsa bunu kime karşı ve nasıl kullanacak? Bölgede benzer füze sistemlerine sahip olan İsrail, İran ve Suriye’ye karşı bir hazırlık mı yapıyor?
Bu soruların yanıtını, bölgesel bir güç olan Türkiye’nin jeopolitik ve jeostratejik konumuna dayanarak emperyal amaçlarını gerçekleştirmesinde ve bu bağlamda yeni bir siyasal eksen oluşturmasında aramamız gerekiyor.