Krizlerle altüst oluşu yaşayan Türkiye’de yeni bir kriz dalgasını da hazırlanan ekonomi paketleri oluşturmaktadır. Yaşanan krizlerden kurtulmanın yol ve yöntemlerinin arandığı imajını vermeye çalışan sorumlular, esasta yeni krizlerin fitilini ateşlemektedirler. Öyle ki tüm stratejilerini hayali bir beka senaryosu üzerinden tanımladıklarından hazırlanan kılıf minareye uymamakta ve sorunlar ortada kalmaktadır. Ortada kalan siyasi, askeri, sosyal ve ekonomik sorunlar ise daha büyük kriz dalgaları açığa çıkarmaktadır.
Yaşanan tüm krizlere verilen yegâne cevap ‘daha çok savaş’ politikasıdır. Tüm varlığını savaşa yatıran zihniyetin açığa çıkaracağı sonuç ise; daha çok işsizlik, daha çok açlık, daha çok ölüm ve daha çok göç olacaktır. Yani bir devletin tüm sorunları ‘savaşla’ izah ediliyorsa orada üretken bir zihniyetten bahsetmek doğru olmayacaktır. Zihniyet ne kadar üretkense, ekonomik etkisinin de o denli verimli olacağı açıktır. Ekonomik olgunun genel zihniyet, iktidar ve sosyal statü içindeki yeri toplumsal bütünlüğü tamamlayıcı niteliktedir. Doğal kaynaklar açısından çok zengin olan Türkiye, köklü zihniyet değişimini yaşamadan ekonomide başarılı olamayacağı gibi işsizlik, yoksulluk gibi muazzam sorunların üstesinden de gelemeyecektir. Ekonomik çözümün merkezine zihniyet ve demokratik değişimi almadan bir çözüm aramak sonuç vermeyecek, ortaya çıkacak gelişmeler ise krizlerin üstünü örtmekten öteye gidemeyecektir. Ekonomi ile zihniyet, zihniyet ve demokrasi arasındaki diyalektik ilişkiyi esas almak, kalıcı çözümlere bu temelde gitmek en doğrusudur. Demokrasilerin ekonomiye katkısı küçümsenemez. Demokrasiyle ekonomik verimlilik ve gelişme arasındaki ilişki birçok araştırmayla kanıtlanmıştır. Verimli üretim kadar adil dağıtım, uygun yatırım kadar gerekli araştırmalar da en iyi demokrasilerde ortam bulur. Üretimin halkın gerçek taleplerini karşılaması, arz-talep dengesinin kurulmasında temel etkendir. Böylece toplumsal piyasa gerçek anlamda kurulma şansına sahip olur ve yok edici rekabetlerin yerini yarışma ruhu alır. Krizlerin temel nedenlerinden olan arz-talep dengesizliği, fiyat, enflasyon vb. finans oyunları asgari düzeyde tutularak çıkış ve çözümler için gücünü ortaya koyar. Fakat şu anda Türkiye’de tüm çelişkilerin sebebi olarak savaş gösterilmekte, sınır güvenliği adı altında gasp ve talan politikası yürütülmekte, yaşanan tüm sorunlar ise buna mal edilmektedir. Ekonomik sorunlar da savaşa harcanan maliyetlerle ifade edilmektedir. Ekonomik krizlerin asıl nedeni ise askeri müdahaleden ziyade daha çok ekonomik ve demokratik yöntemleri gerektirmektedir. Daha az askeri müdahale, daha çok ekonomik ve demokratik destek bizi içinde bulunduğumuz kaostan çıkarırsa, önümüzdeki ortalama elli yılın dünya modeli de az çok belirlenmiş olacaktır. Bu modelin özü ‘küçülmüş ordu ve devletlerle, büyümüş ekonomik ve demokratik sistemdir.” Devletlerin devasa masraf depoları -mali kriz, bütçe açıkları- küçültülmeden, sistemin krizden çıkışı olası gözükmemektedir. İnsanlar açlık ve yoksullukla cebelleşirken alım güçlerinin ne kadar düştüğünü ifade etmek için yaşamsal ihtiyaçlarını dahi karşılayamadıklarını dile getirmeye başlamışlardır. Fakat bu durumu dahi ‘Patatesi, patlıcanı, soğanı kirli siyasetine alet edip silah gibi kullanıyorlar ‘deyimiyle bulandıranlar yaratıcı düşünce gücünden uzak, demokrasi ve demokratikliğe karşı duruşun göstergesi olup, bugün ülkenin içinde bulunduğu durumun da asıl sebebidirler. Domates, biber, patates, patlıcan derken bir de ekonomi tartışmalarının listesine soğan da eklenince Türkiye’nin ekonomi politikalarının git gide dibe vuruşu yaşadığı ve insanların yaşam içinde en çok tükettiği temel besin maddelerini dahi karşılamakta zorlandıkları ayan beyan ortaya çıkmaktadır. İttifak iktidarının halkın ve emekçinin gerçekliğinden uzak açıklamaları ve savaş tellallığı; Türkiye’nin yaşadığı kaos ortamından tutalım da şu an tartışılan memurlarım zam teklifi görüşmelerine kadar yaşanan tüm krizlerin temel nedenidir. Yani var olan sistem ve iktidar ittifakları halkın hayallerine ve ihtiyaçlarına hitap edecekleri yerde korkularına hitap etmeyi bırakmazlar ise Türkiye’nin varacağı nokta savaş ekonomisiyle kendini yaşatmaya çalışan ve her şeyin karaborsaya düştüğü ekmeğin bile kuyruklarda bekleyerek alındığı bir ortam olacaktır. Ki nihayetinde tanzim satış noktaları buna en açık örnektir. Bu anlamda emekçilerinde daha güçlü bir şekilde masaya oturması ve daha yüksek ses ve yaratıcı yöntemlerle taleplerini dile getirmesi gerekmektedir. Ekonomi de yaşanan bunca sorun ancak be ancak doğru bir ekonomik modelle çözüm bulacaktır. Bu anlamda da ciddi bir ekonomi programına ve örgütlemesine ihtiyaç vardır.
Ekonomik alanın esas örgütlenmesi ise kooperatifler, çalışma grupları ve birçok kamusal ihtiyaca cevap olacak nitelikte çalışmalar olabilir. Özgür bir toplumda işsizlik, yatırımsızlık, gelir uçurumu gibi olgulara yer yoktur. Toplumun sağlıklı beslenmesini ve yaşamasını esas alan, doğallığa dayalı bir ekonomiye öncelik vermek gerekir. Kârı esas alan bir ekonomi yerine sağlıklı ve çağdaş bir yaşamı inşa eden, metalaşmadan uzak, kullanım değerli bir ekonomiye geçiş halkın ve Türkiye’nin esas ihtiyacıdır.