Arap dünyasında halen federalizm ya da öz yönetim kavramlarına kuşkuyla bakılmasının nedeni, bu tarihsel bastırma zinciridir. 6 Mayıs, bu zincirin kolektif hafızadaki izidir; her halk kendi özerklik potansiyelinin infaz edildiği bir günü taşır
Sinan Cudi
Ortadoğu’nun son yüz yılı, aslında aynı sorunun farklı biçimlerde sahnelendiği bir hikâye ve merkezileşmiş iktidarın kendini sürekli yeniden üretme çabasının tarihidir.
Bu çabanın en çarpıcı sembollerinden biri 6 Mayıs’tır. Farklı yıllarda, farklı halklara karşı işlenen ama aynı zihniyetin ürünü olan üç olay!
1916’da Arap vilayetlerinde El La Merkeziye Cemiyeti üyeleri Osmanlı imparatorluğunun çok uluslu, çok dilli, çok katmanlı siyasal birliğinin yeniden oluşturulmasını savunuyordu. Arapça’nın resmi statü kazanması, yerel meclislerin yetkilendirilmesi ve vilayetlerin özerk idaresi gibi talepler, aslında imparatorluğun çöküşünü engelleyecek bir âdem-i merkeziyet fikrine dayanıyordu. Fakat İttihatçı zihin, bu talebi “bölünme” olarak okudu. Cemal Paşa’nın Şam ve Beyrut’ta 21 Arap aydınını 6 Mayıs 1916’da idam ettirmesi bu anlamıyla bir fikrin idamıydı.
Bu idamlarla birlikte Arap dünyasında siyasal özneleşmenin seyri değişti; yerel özerklikten ulusal devlet kurma hedeflerine kayış başladı. Seküler, yerelci ve çoğulcu bir Arap düşüncesinin önü kesildi; yerine tekçi, merkeziyetçi Arap milliyetçiliğinin yolu açıldı.
Yaklaşık yarım yüzyıl sonra, 6 Mayıs 1972 sabahı Ankara’da üç genç asıldı. Deniz Gezmiş, Hüseyin İnan, Yusuf Aslan’ların mücadelesi biçim olarak sosyalistti ama özünde benzer bir adalet talebini taşıyordu. “Tam bağımsız Türkiye” sloganı hem emperyalizme hem de devletin kendi içinde kurduğu merkezileşmiş iktidar yapısına bir itirazdı. Gezmiş’in mahkeme savunmasında dile getirdiği “Yaşasın Türk ve Kürt halklarının kardeşliği!” sözü ise aslında ulus-devletin tekçi zihniyetine doğrudan bir meydan okumaydı.
1970’lerin sonunda solun kendi içinde parçalanması, 12 Eylül darbesiyle kitlesel bastırma süreci ve 1980 sonrası neoliberal dönüşüm, halkların kolektif siyasal kapasitesini dağıtan yeni merkezileşme biçimleridir. Böylece devlet, kurumsal ve toplumsal bilinç düzeyinde de merkezileşmiştir. 6 Mayıs 1972 bu anlamda bir kuşağın özneleşme imkanının idamıdır.
1990’lara gelindiğinde bastırma biçimleri artık ulusal sınırların ötesine taşınmıştı. 6 Mayıs 1996’da Şam’da Önder Abdullah Öcalan’a yönelik bombalı saldırı girişimi, bu yeni dönemin simgesidir. Kürt özgürlük hareketi o tarihlerde artık Türkiye’nin sınırlarını aşmış, Suriye, Lübnan ve Avrupa’da siyasal bir aktöre dönüşmüştü. Kadın özgürlük mücadelesi, komünal ekonomi, demokratik konfederalizm tartışmaları Kürt hareketini klasik ulusal hareketlerden ayıran yeni bir evreye taşımıştı. Bu saldırı, yeni bir siyasal paradigmanın doğuşunu durdurmayı amaçlıyordu.
1916’da Arap özerkliği, 1972’de halk dayanışması, 1996’da Kürt demokratik özerkliği aynı zihinsel merkez tarafından tehdit olarak görülmüştü. Artık bu merkez tek bir devlette değil, bölgesel bir ittifakta vücut bulmuştu. Türkiye’nin baskısıyla Suriye rejiminin Önder Apo’yu sınır dışına çıkmaya zorlaması, 1998 Adana Mutabakatı ile kurumsallaşan bu bölgesel merkezileşme hattını pekiştirdi. Devlet şiddeti böylece ulus-devlet sınırlarını aşan, koordineli bir biçim aldı. Bu, Ortadoğu’nun yeni siyasal düzeninde “bütünlük” fikrinin, halkların özerklik taleplerine karşı bölgesel düzeyde savunulması anlamına geliyordu.
Bugün Suriye yönetiminin 6 Mayıs’ı “Şehitler Günü” olarak anmaktan vazgeçmesi de aynı zincirin devamıdır. Uzun yıllar boyunca Şam ve Beyrut meydanlarında anılan bugün, yeni Arap kimliğinin inşası sürecinde resmi takvimden çıkarıldı. Bu yalnızca bir tarihsel unutkanlık değil, hafızanın merkezileştirilmesidir.
Bu olaylar zinciri, yüz yıl boyunca değişmeyen üç temel eğilimi açıkça gösterir.
Birincisi, merkezileşmenin güvenlikle özdeşleştirilmesidir. Osmanlı için Arap özerkliği ihanet, Cumhuriyet için halk dayanışması anarşi, modern devletler için Kürt özerkliği terördür. “Güvenlik” söylemi her dönemde özerklik talebini siyasetin dışına itmenin meşrulaştırıcı aracına dönüşmüştür.
İkincisi, özneleşmenin kriminalizasyonudur. Entelektüel özerklik, kolektif direniş ya da toplumsal öz savunma, her dönemde suç kategorisine sokulmuş, böylece devlet suçun tanımını tekeline alarak da hükmetmiştir.
Üçüncüsü ise toplumun iç merkezileşmesidir. Halklar, devleti kutsal bir bütünlük olarak benimseyip kendi özerklik taleplerini bastırmaya başlamışlardır. Böylece merkezileşme yalnızca yukarıdan değil, aşağıdan da yeniden üretilmiştir.
Bu üç dinamik, halkların siyasal tahayyülünü daraltmıştır. Arap dünyasında halen federalizm ya da öz yönetim kavramlarına kuşkuyla bakılmasının nedeni, bu tarihsel bastırma zinciridir. 6 Mayıs, bu zincirin kolektif hafızadaki izidir; her halk kendi özerklik potansiyelinin infaz edildiği bir günü taşır.
Bir de doğum günü 6 Mayıs olan Cemal Paşa’nın, Osmanlı modernleşmesinin merkezileştirici aklının temsilcisi olduğunu da unutmayalım. Bugün Türk, Arap ya da Fars kimliği üzerinden şekillenen bütün ulus-devletler, bu aklın farklı dillerdeki devamıdır. Hepsi aynı özden türemiştir: devleti korumak, toplumu merkeze bağlamak, farklılığı bastırmak. Bu nedenle 6 Mayıs, bir anlamda merkezileşme ideolojisinin yeniden doğum günüdür.