Son günlerde ulusalcı çevreler ve iktidar içerisinden bazı kalemşörler/medya profilleri Barış ve Demokratik Toplum Süreci’ne olan toplumsal desteğin çok az olduğunu işlemeye başladı.
Öyle bir medya düzeni ki, kimse çıkıp evrensel bir hak olan barış hakkının kamuoyu ölçümleriyle sınanamayacağını söylemiyor. Bu bir yana kamuoyu yoklamalarının doğruluğunu veya gerçekliğini sorgulamıyor. Veyahut bu kişilerin söz konusu ölçümleri nasıl yaptığını sormuyor, soruşturmuyor.
Peki neden kamuoyu desteğinin düşüklüğü varsayımıyla bir propaganda dalgası başladı? Bu propaganda dalgasının birçok motivasyonu olabilir. Fakat önce çıkan iki şeyi vurgulamakta fayda var. Birincisi, Kürt-karşıtı bir düzende var oluyorlar ve bu düzenin değişmesini hem kendi çıkarları gereği hem de Kürt düşmanlıkları gereği istemiyorlar. İkincisi de propaganda dalgasının olası sonuçları itibariyle Erdoğan’ı bu süreçten vazgeçirmek istiyorlar.
Oysa bir yandan birçok kamuoyu araştırması sürece desteğin Ekim, 2024’te yüzde 30’lardan bugünlerde yüzde 70’ler civarına yükseldiğini söylüyor. Öte yandan ise manipülasyonların ve kara propagandaların etkisine kapılmadan sürece olan desteğin artmasında, barış ikliminin oluşmasında ve demokratik bir ortamın gelişmesinde engelleyici ve tıkayıcı nedenleri konuşma gerekliliği de ortada duruyor.
Elbette tüm nedenleri saymak imkânsız ama hem bölgesel konjonktür hem de içeride siyasi güçlerin süreci desteklemesi bu kadar avantajlı bir iklim yaratmışken, sürece desteğin artmasına bariyer oluşturan (sürece destek düşük demekten farklı bir şey) ve Barış ve Demokratik Toplum Süreci’nin ritmini düşüren üç sebep üzerinde yoğunlaşmak iyi olabilir. Bu sebeplerin ortadan kaldırılmasıyla sürecin önündeki irili ufaklı birkaç bariyer de aşılacaktır.
Birinci sebep bizatihi Erdoğan’ın on yıllık siyaset tarzı ve ortaya çıkardığı sonuçlarla ilgilidir. Erdoğan, 15 Temmuz’dan itibaren siyaset üretmeyle arasına koyduğu mesafeyi kademeli olarak devletle ilişkisini geliştirmek suretiyle telafi etmeye çalıştı. Böylece siyaset üretemeyen ve buradan doğan boşluğu devletin gücü ve dağıtım mekanizmalarıyla doldurmaya çalışan bir tarz gelişti. Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi ise bu özün, formu haline geldi. Siyasetsizlik bir rıza üretim eksikliği yarattı, kişi karizması ve alarmist tehdit algısı karışımından doğan tuhaf bir siyasetsizlik yükseldi. Şimdi ise siyasetsizlik ayağa dolandı.
Öte yandan doğal olarak buna karşı bir siyaset tarzı (siyasetsizlik biçimi) gelişti. “Anti-Erdoğancılık” olarak tarif edebileceğimiz bu karşı-siyasetsizlik siyasal alanı ortadan ikiye ayırdı. Muhalefet de “anti-Erdoğancılık” etkisi altında siyaset üretmekte zorlanıyor.
Siyaseten “Erdoğancılık” ve “anti-Erdoğancılık” bugün hem iktidarın hem muhalefetin sorunu… Erdoğancılık ve anti-Erdoğancılık Türkiye’de siyaset üretmenin önündeki prangalardır. 2015-2024 arası Erdoğan’a yarayan siyasal alanın ortadan ikiye ayrılması, bugün artık ne Erdoğan’a yarıyor ne de Türkiye’ye… Hem Erdoğan’ın siyaset üretimine geri dönmeye ikna olması hem de “anti-Erdoğancı” yarılmanın ötesine taşan bir siyasal alanın oluşumu ve bunun geniş kesimlerce kabulü oldukça zahmetli iş. Sürece olan güveni en fazla aşağı çeken nedenin siyasetsizlik çıkmazı olduğu apaçık.
İkinci sebep olarak ekonomideki buhran ve gündelik yaşama etkileri dolaylı olarak sürece olumsuz etki ediyor. Ekonomideki durum hem geniş bir kesimin süreci öncelikleri arasına almamasına neden oluyor hem de negatif yaşama dair genel beklentiler sürece bakışı da etkiliyor. 2013-2015 tarihleri arasındaki çözüm süreciyle bugünlerde yaşadığımız arasındaki sürecin farklı moral düzeylerde olmasının temel sebeplerinden biri o dönemle bu dönem arasındaki gündelik yaşamda ekonominin etkileridir.
Üçüncü sebep, 2015 sonrası kurulan yeni rejimin medya düzeni ve profilleridir. Bu medya düzeninin meşruiyet üretme kapasitesi zaten süreç başlamadan önce de sona ermişti. Birçok kişi tarafından “viledacılar” olarak bilinen bu grup tüm televizyon kanallarını işgal etmiş durumda. Aynı profiller yıllarca çatışmaları-düşmanlıkları-ölümleri anlattı. Şimdi yine aynı koro kendince barışı-çözümü anlatmaya çalışıyor. Tutarlılık arayan milyonlarca insan ise ekranda bu profilleri gördüğünde sürece dair şüpheye düşebiliyor. Çünkü bu medya düzeni ve profiller zehirli dillerini yıllarca sadece Kürde değil, toplumun farklı tüm kesimlerine yaydılar. Ayrıca bu profiller zaten kanaat teknikeri olarak kendilerine verilen görevleri bile yerine getirmekte oldukça başarısızlar.
Barış ve Demokratik Toplum Süreci’nin etkisiyle, devlete yaslanarak varılan siyasetsizlikten ve “anti-Erdoğancılık” siyasetsizliğinden kurtuluş, politika üretiminin özgürleşmesi anlamına gelecektir. Özgürleşen politika ekonomide iyileşmeye yol açabilir ve medya düzeni başta olmak üzere rant endüstrilerine çare bulabilir. Bu da Türkiye’de başta Kürt sorunu olmak üzere birçok tarihsel-derin sorununun çözümüne imkân sağlar.