Bu sürecin başarıya ulaşması, başta kadınlar, muhalefet, sivil toplum ve aydınlar olmak üzere herkesin birlikte ve kararlı bir şekilde hareket etmesiyle mümkün. Eğer gerçekten Türkiye’nin barış içinde yaşamasını istiyorsak, barış için somut adımlar atmaktan kaçamayız
Sibel Yiğitalp
Türkiye’de son yedi aydır İmralı’da sürdürülen görüşmeler, kamuoyunda sessiz ama derin tartışmalara neden oluyor. Kürtlerin devletle yeniden konuşması, bir yandan barış umudunu doğururken; öte yandan süregelen baskı politikaları bu umudu gölgeliyor.
Devlet, sürece dair açık ve şeffaf bir bilgi sunmuyor. Görüşmeler dar bir çevrede, kapalı kapılar ardında yürütülüyor. Bu durum, şeffaflık talep eden kesimlerde ciddi kuşkulara yol açıyor. Fırat’ın doğusunda artan askeri operasyonlar, batısında ise CHP’ye yönelik siyasi müdahaleler, barış yerine çatışma iklimini besliyor.
Yüz yılı aşkın süredir çözüm bekleyen Kürt meselesine hâlâ güvenlik odaklı bir yaklaşım hâkim. Devlet, meseleyi “terörsüz Türkiye” çerçevesinde ele alırken; Kürtler eşit yurttaşlık ve demokratik haklar talep ediyor. Bu iki yaklaşım arasında hâlâ gerçek bir diyalog kurulabilmiş değil.
Demokratik siyasetin alanı her geçen gün daralıyor. CHP’li belediyelerin hedef alınması, seçilmiş başkanların tutuklanması ve binlerce muhalifin cezaevinde tutulması, devletin demokrasi anlayışını sorgulatıyor. Bu da toplumda derin bir güvensizlik yaratıyor. Demokrasi adına kurulan ittifaklar ise çoğu zaman muhalif partileri yalnızlaştırıyor ve ortak mücadele zeminlerini zayıflatıyor.
Parti siyaseti açısından bakıldığında, DEM Parti’nin taşıdığı mirasa karşı CHP’nin Kılıçdaroğlu dönemindeki dokunulmazlık oylamaları, “Yenikapı ruhu” ile şekillenen iktidar ortaklıkları ve milliyetçi politikalar, Kürt kamuoyunda CHP’ye yönelik ciddi kuşkulara neden olmuş durumda.
Ancak buna rağmen, İstanbul’da kurulan kent uzlaşısına vurulan her darbe, aynı zamanda birlikte yaşama iradesine indirilen bir darbedir. Bu yalnızca bir şehir meselesi değil; ülkenin demokrasiyle kuracağı bağın geleceğini de belirleyen bir eşiktir. Barışa giden yol, yerel uzlaşılarla başlar, merkez yönetime taşınır.
Fırat’ın batısındaki bazı muhalif çevreler ise Kürtleri suçluyor:
“Neden AKP ile konuşuyorsunuz? Erdoğan sizin sayenizde başkanlığını sürdürüyor,” diyorlar.
Ama kimse şu temel soruları sormuyor: Kürtler ne istiyor? Ne düşünüyor? Ne hissediyor?
Herkes kendi cephesinden konuşuyor, niyet okuyor, sonuçlar çıkarıyor. Ama halkın iradesine, doğrudan sesine kulak veren çok az.
Bununla birlikte, asıl mesele şudur: Kent uzlaşısı yapılan yerlerde AKP’nin kriminalize etme çabalarına karşı durmak ve aynı zamanda İmralı’daki görüşme sürecine destek vermek, bu sürecin nihayete erdirilmesi açısından belirleyici olacaktır. Çelişki gibi görünen bu iki tavır, aslında barışı savunmanın birbirini tamamlayan iki ayağıdır.
Bu sürecin başarıya ulaşması, başta kadınlar, muhalefet, sivil toplum ve aydınlar olmak üzere herkesin birlikte ve kararlı bir şekilde hareket etmesiyle mümkün. Eğer gerçekten Türkiye’nin barış içinde yaşamasını istiyorsak, barış için somut adımlar atmaktan kaçamayız.
Bu sürecin barışa evrilmesi ise ancak yerel dinamiklerin tüm ülkede ortaklaşması ve bu ortaklığın merkezi yönetime taşınmasıyla mümkün. Bunun yolu ise örgütlü ve dirençli bir mücadeleden geçer.