Yeniden başlamaya muhtaç bazı şeyler var. Umutların havaalanında, kibirlerin pervasızlığında, düşler dünlerden kanat, esaret yarınlardan cesaret alır. Birbirine bağlı ama birbirinden uzak ufuklar, bir cenderede kayboluyor, sonra daha fenası geliyor. Kahrolanlar ve kahrın kendisi olanlar, yüz yüze geliyor ve sisler her yerden çekiliyor.
Gündemden düşmüş espriler, kimseyi şaşırtmayan vahşetler, herkesin herkese reçete olduğu zamanlar ömürlerden ömür düşürüyor. İnsan yaşadıklarıyla baş başa kalıyor ve yakalanıyor kaçtıklarından.
Hikâyesini kaybetmiş aşklar, sırasını ıskalamış mutluluklar, sırra kadem basan hayaller ve ıslanmış günlerin gösterdiği kâbuslar. Yine mi dediğimiz ve tekrar yaşadığımız hüzünler bir bir, yeniden dediğimiz birçok şey tek tek solup gidiyor. İnsan kalıyor bazen, nereye giderse gitsin kalıyor.
İnsanın bilmedikleri, bildiklerine meydan okuyor bir gün. Hayat kıstaslar ve istisnalar arasında istismar ediliyor. Sanılanlar sınanıyor ve burası coğrafya ve düşmek sınırları. Tarihin ettiği, çağların devirdiği, eskimiş yalanların fire vermeden bu günlere gelişi ve ezberlerin kıyameti. Dünya bir şeyler yapma ve bir şeyleri bulma yeri.
Neşenin eksik dikişleri, travmaların yanlış durakları, seslerin rüzgârla işbirliği, zamanın mekânla imtihanı, her şey günü gelince kendini belli ediyor. Sonrası yaşam, sonra geçmiş, sonların sınavı ve yaşamda ısrarın sorguları. İnsan kehanetini de düşlerini de yaşayarak dünyaya gösteriyor ve aynalar görüyor.
Yarasına mecbur olanlar, öfkesine gelecek heba edenler, tarifi imkânsız ve yurtsuz sorular çoğaltanlar, gelecekler. Bereket ve felaket yan yana yazıldığından beri her yer sınanma yerleri ve yaşamak orada da başlıyor ve geçiyor. Uzakların yanılsaması, yakınların yanıltması götürüyor yılları. Bütün hayat kalmamıştır, hayat bütün kalmamıştır.
Güldüren komplo teorileri, çukura sığmayan sığlıklar ve boşluklar. İtina ile karışanların ezberi, sığınanların hikâyeleri beraberinde getirir bazı şeyleri. Geçmişin muhasebesi geleceğe göz kırpar. Coğrafya kaderin dışında bir fotoğraf karesinde, bir ressamın tuvalinde, bir şiirin dizesinde, bir notada ve bir sloganda noktalarla virgülleri ayırır.
Umutsuzlukla randevu, komplolarla mesai, çaresizlikle karşılaşmaların korkusu, hepsi bir. Kaçmak lazım, kaçacak ve sonra yürüyecek yollar lazım. İşaretler ve istişareler bir masada, tecrübe gerekiyor, tercihler gerekiyor. Mesela bir ağacın sallanması, bir başkasını serinletiyor.
Haklıydılar ve haklarını almaya gelecekler. Unutmadan eskiyi, yeniyi kendileri yapacakları günler bir vaaz değil, vaat değil; barışın ötesi bir özgürlük.
Hayat irtifa kaybediyor, insan insanı yitiriyor ve bir daha bulamıyor. Seslerin gürültüsü kelimeleri duman ederken, sessizliğin heybeti bir gölge gibi yeryüzüne teşebbüs ediyor. Sırayla oluyordu bazı şeyler, bazı şeyler de zorla. Arada kalmış dünyaların orta yerinde bir coğrafya hep geçmiştir ve hiç gelecektir.
İnsan kendi içine konuşabilmeli. Konuşuyoruz ara sıra; Başkasına anlatacaklarımızı kendimize anlatıyoruz. Biz zaten öyle bir yaşarken bazı günler dünyaya aldırmıyoruz, o kadar uzak ve içinde kaybolacak kadar. Meşru hedefler kalmamıştır, merhum eskiler vardır, bizimledir.
Haftanın kitap önerisi: Sebahat Tuncel, Jin Jiyan Azadî-Kobanê Davası / Dipnot Yayınları