Yığılan sorular, cevapların peşinde koşuyor. İhmal edilmiş sesler, sesi kısılan yüklemler, sessizliğine alışmış harfler ve elbette tecrübesine güvenen yankılar. İnsan bir noktadan başka bir noktaya gidemiyor, en fazla bir noktanın yanında kendini buluyor.
Karşıdan karşıya değil, yan yana gelerek aynı yanlışta ısrar edebilir insan; aynı kusurda bir oyuk olabilir. Gider gelir ve gördüğü hayallerin aynasında kendini dikizler, çünkü insan kendine bazen sert sert bakabilir ve her türlü mimikle kendini seyredebilir. İhtilal olmaz ama ihtimallere kapılarını açar.
Talihsiz zamanların, tarihsiz mekanların ve tarifini kaybetmiş bir çağın gösterdikleri hep bir enkaz. İnsan yıkıntılar arasında kendi enkazına seyre dalabiliyor. Sırnaşık melankoli, sırra kadem basan anıların boşluğu ve sevgisini unutmuş bir dokunuş; bir sarılma ve insan kendi sınırında kendine sürgün olabilir.
Bir şeyler inşa edilir, bir şeyler yerle bir edilir bir gün aynı şehirde, yollar açılır, başka yollar kapatılır ve patikalar bir yol açar. Eski zaman efsanesi sanılır, oysa şimdini içinde neler neler yapılır ve yapılsın. Yoldan kaçmak da iyidir bazen, yolu değiştirmek de; illaki bir yere varır insan.
Güneş sistemi, dünyanın komşuları, atom altı parçacıklar, antik yaşamlar ve itaatler ile isyanların çevirdiği sayfalar. Tarih biraz da değişmekle meşhurdur, kader ve keder gibi, umut ve imkân gibi. Unutulan ne varsa bizimdir ve bizimledir, diye bir racon, iyidir ve iyileşecektir devran diye bir dua, yetişecektir ve yerleşecektir. Hoş gelir, boş gelir, zor gelir ama gelir.
Bekleme zamanlarını gördük, bekletme yerlerine kandık, belirsizliğe yer açtık ve her şeyin sonrasına alıştırıldık. Bağları var insanın, cetveller, formüller, testler, deneyler ve tahminler ölçemez. Yaraları var insanın, yarınlara da götürür, uçurumları da gösterir. Eksikler çok, eskiyen çok ve yeniye dair ipuçlarına düğümler atılmış, kördüğüm sayılır.
Yok oluşların tarihine tanık olurken çekingen davranıyoruz hayata; bir şeyler gitmiş, bir şeyler daha gidebilir. Korkunun arkeolojisi, cesaretin sorusu, sevmenin mucizesi, güllerin dikeni. Velhasıl değişen ve çağrıştıran duygular, savaşların barışı, savaşmayanların serzenişi hiçbir kapıya uymuyor ve o anahtar ya eskimiş ya da kırılmıştır.
Handikapları çok yaşamanın. Uymanın ve uydurmanın cenderesinde, kıyamet en fazla bilinen bir adres oluyor çünkü insan yaşamadıklarını da görüyor. Burası bir felaket ve vahşet çağı. Bilinenler tenhaya çekiliyor, bilinmeyenler serinlere sürgün ediliyor. Çok şey bulaşıcı, bin yıllardan beridir, buluşmak ve bulaşmak birbirine karıştığından beridir, her şey karışık.
Sebepleri sofra gibi açık bir salon var, oturacaklar var, oturamayacaklar da var. Hazırlar, nazırlar, hazırsızlar, hayırsızlar ve hayatsızlar; sonra naylondan bakışlar ve aşklar. Bakmak benzetiyor, bakışlar yer ve zaman tayin edebiliyor, gelecek bu yüzden uzun sürüyor ve efsaneler, büyüler, dualar, umutlar, adaklar peş peşe bir yarışa yaşıyorlar.
İnsan rakam olduğundan beri, coğrafyaların adı değişiyor. Rakam insan olduğundan beri tarih değişiyor. İnsan sayı, insan bir kod, bir veri ve insan hayata davranan. Yaşamak değil, davranmak yaşatır.
Haftanın kitap önerisi: John Holloway, Kapitalizmin İçinde, Kapitalizme Karşı ve Kapitalizmin Ötesinde / Çeviren: Utku Özmakas, İletişim Yayınları