Ekonomiyi demokratikleştirmeden demokrasi gerçek olmaz. Bütçe hakkı, eşitlikçi, barışçıl, özgür ve ekolojik bir toplumun anahtarıdır
Erdal Karakuş*
Demokrasi, yalnızca sandıkta değil; yaşamın her alanında var olması gereken bir iddiadır. Fakat modern devletlerin en temel güç araçlarından biri olan bütçeye gelindiğinde, bu iddia bir anda buharlaşır. Hepimizin alın teriyle oluşan kamu bütçesi, çoğu zaman kapalı kapılar ardında hazırlanır; çalışanların, emekçilerin, yurttaşların ihtiyaçlarından çok, sermaye sınıfının çıkarlarına göre şekillenir. Çünkü demokrasi kâğıt üzerinde kaldıkça ekonomi; tahakkümün aracına dönüşür.
Devletin merkezileşmiş ekonomik gücü, halkın kendi kaderine hükmetmesinin önündeki en büyük engeldir. Ekonominin demokratikleşmesi; halkın kendi doğal kaynakları üzerinde söz sahibi olması, emek ve meslek örgütlerinin doğrudan karar süreçlerine dahil edilmesi, yerelden başlamak üzere tüm bütçe süreçlerinin toplumsal denetime açılmasıyla mümkündür. Çünkü bütçe, yalnızca bir sayı tablosu değil; toplumun nasıl bir yaşam süreceğine dair kolektif bir karardır.
Bugünün Türkiye’sinde siyasi iktidarın “Türkiye Yüzyılı” propagandasının yapıldığı bu topraklarda, gerçek işsizlik sayısı 12 milyona, kadın işsizlik oranı ise yüzde kırklara dayanmış durumda. Her iki çalışandan biri açlık sınırının altında bir ücret ile yaşamak zorunda kalıyor. Emekli yurttaşlarımızın tamamına yakını açlık sınırı altında aylıklarla yaşamaya tutunmaya çalışıyor.25 yaş altı 2,5 milyon gencimiz, ne eğitim hayatında ne de istihdamda yer alabiliyor. Yaşama küsmüş, geleceği elinden alınmış bir kuşak gözlerimizin önünde kayıp gidiyor.
Bütçenin sınıfsal kimliği her sayfada, her kalemde ortaya çıkıyor. “Holdinglerin kurumlar vergisi yıllardır düşürülürken; emekçilerin gelir vergisi her geçen yıl artırılıyor
Üstelik, sermaye çevrelerinin 2,5 trilyon liralık vergi borcu bir kalemde siliniyor.
Bu bütçede her 100 liranın 20 lirası faiz ödemelerine, 16 lirası silahlanmaya ve 3 lirası patronların vergilerinin silinmesine gidiyor. Kadınlar için ayrılan pay ise yüzde 1’i bile geçmiyor.
Bir tarafta iktidarın uçak gemisi, İHA’lar, SİHA’lar üzerine kurulu savunma propagandası süredursun, bu toprakların emekli yurttaşları marketleri gezerek, zeytini, peyniri ucuza bulduklarında birbirlerine haber verdikleri sosyal medya ağları kuruyorlar. Bir tarafta milyarlarca liralık savaş bütçesi, Diğer tarafta gıdaya erişim korkusu ile yaşayan halk…
Yoksulluk ve geçinememe kelimesi artık bu coğrafyada emekçilerin sosyolojisini tanımlamaya yetmiyor. İşte bu, kapitalist modernitenin en ağır sömürü koşullarının fotoğrafıdır.
Bugün sorulması gereken en temel soru şudur:
Bütçemiz kimin için, kime göre, kim tarafından hazırlanıyor?
Eğer bütçe toplumun demokratik mekanizmalarından kaçırılır ve sermayenin ihtiyaçlarına göre şekillenirse, bu yalnızca bir adaletsizlik değil; kamusal kaynakların sistematik biçimde bir avuç zengine aktarılmasıdır. Ama bunun tersini düşündüğümüzde; toplumsal denetime açılmış, halk meclislerinde tartışılmış, emekçilerin söz ve karar hakkıyla şekillenmiş bir bütçe: demokrasi tarihinin en büyük kolektif dayanışma hamlesi olabilir. Halklar gerek merkezi, gerekse yerel yönetim bütçelerine bu şekilde dahil olduklarında, militarizm, doğa yağması ve gelir eşitsizliğine yol açan politikalar zaten yeşeremeden sönümlenecektir.
Bu yüzden çözüm açıktır: Halk komünleri, bütçe yapımına katılabilmelidir. Emek ve meslek örgütleri denetim hakkına sahip olmalıdır. Bütçe taslakları toplumun tartışmasına açılmalıdır. Ve nihayetinde halk oylamasına sunulmalıdır.
Çünkü bütçe yalnızca rakamlar değil; ekmek fiyatıdır, okul masasıdır, hastane yatağıdır, kadınların özgürlüğüdür, gençlerin umududur, nefes aldığımız doğadır.
Bugün bu ülkede, her üç çocuktan biri aç okula gidiyorsa, kadınlar yaşamın yükünün en ağırını taşırken görünmez kılınıyorsa, gençler memleketini terk etme hayallerine sürükleniyorsa eğer; biz olmadan bütçe olmaz ve biz varsak, bütçeye de biz karar veririz demenin zamanıdır.
Ekonomiyi demokratikleştirmeden demokrasi gerçek olmaz.
Bütçe hakkı, eşitlikçi, barışçıl, özgür ve ekolojik bir toplumun anahtarıdır.
Ve şimdi o kapıyı açma zamanıdır.
*KESK Yürütme Kurulu Üyesi









