Kaçak elektrik söylemi ise bu zulmü meşrulaştırmak için uydurulmuş ayrımcı bir mit. Elektrik Mühendisleri Odası’nın (EMO) 2021-2023 dönemine ait raporları açıkça gösteriyor ki, DEDAŞ bölgesindeki kayıp-kaçak oranının yüksekliği; altyapı eksikliğinden, sayaç dışı tahakkuklardan ve şirketin bilinçli bir şekilde yatırım yapmama ısrarından kaynaklanıyor
Saliha Aydeniz*
Kürdistan coğrafyasının kadim topraklarında zorunlu göçün tarihi, devletin bu bölgeyle kurduğu ilişkinin karanlık bir yüzleşmesidir. 1990’lı yıllarda köy koruculuk sisteminin dayatılması ve 3,500’den fazla köyün zorla boşaltılmasıyla başlayan bu süreç, 2000’li yıllarda GAP projeleri kapsamında suyun bir silah olarak kullanılmasıyla devam etti. Baraj suları altında kalan verimli araziler, hayvancılık desteklerinin kesilmesi, köylünün üretim araçlarından koparılması… Tüm bunlar, devletin bu topraklarda demografik mühendislik projesinin halkalarıydı. Bugünse DEDAŞ’ın elektrik kesintileri ve fahiş faturalandırma politikaları, bu tarihsel zulmün en modern, en teknik ve en acımasız aracı haline gelmiş durumda.
Mardin’de yaşananlar, bu sistemin tüm çıplaklığıyla gözler önüne serildiği bir laboratuvar işlevi görüyor. Derik’te elektrikleri kesilen oksijen cihazlarına bağlı hastalar ve sökülen trafolar, Mazıdağı’nda bakımsız trafolardan çıkan yangında kaybettiğimiz 15 can, Şırnak’ta sayaç okunmadan kesilen 20 milyon TL’lik toplu cezalar… Bunların hiçbiri tesadüf değil. DEDAŞ’ın “tek faz” uygulamasıyla köy hayatını paralize etmesi, trafoları sökerek halkları günlerce elektriksiz bırakması, çiftçilere ekmediği tarlalar için altı haneli faturalar kesmesi – hepsi bir halkı toprağından koparmanın planlı, programlı ve son derece teknik yöntemleri.
Kaçak elektrik söylemi ise bu zulmü meşrulaştırmak için uydurulmuş ayrımcı bir mit. Elektrik Mühendisleri Odası’nın (EMO) 2021-2023 dönemine ait raporları açıkça gösteriyor ki, DEDAŞ bölgesindeki kayıp-kaçak oranının yüksekliği; altyapı eksikliğinden, sayaç dışı tahakkuklardan ve şirketin bilinçli bir şekilde yatırım yapmama ısrarından kaynaklanıyor. Buna rağmen medya tarafından pompalanan “Kürtler elektrik çalıyor” naraları, etnik bir damgalama projesinden başka bir şey değil.
Peki bu politikalar gerçekte kime hizmet ediyor? 27 Şubat 2025’te Sayın Abdullah Öcalan’ın tarihi çağrısı ve PKK’nin silah yakma eylemi, bu topraklarda kalıcı barışın yolunu açmışken, DEDAŞ’ın uygulamaları bu umudu sistemli bir şekilde baltalamayı amaçlıyor. Çiftçiler tarlalarını terk ediyor, köyler boşalıyor, insanlar metropollerde işsizliğe ve kimliksizliğe mahkûm ediliyor. Bu, barış sürecini sabote etmekten başka hangi amaca hizmet edebilir?
Somut verilerle konuşalım:
Mardin’in 200 köyünde 75 gün süren elektrik kesintileri sonucu hayvanlar susuzluktan telef oldu, tarımsal üretim durma noktasına geldi.
Şırnak’ın dört köyünde 300 aboneye toplu ceza kesilmesi, kolektif cezalandırmanın en açık örneğidir.
Mazıdağı’nda bakımsız trafolar yüzünden çıkan yangında 15 yurttaşımızı kaybettik. Yangının “anız” sebebiyle çıktığına dair algı oluşturulması için her türlü yöntem denendi.
Tarımsal desteklere konan hacizler, çiftçiyi üretim yapamaz hale getiriyor.
Çözüm için atılması gereken adımlar nettir. Elektrik ve su, üretimden günlük yaşama kadar her alanda vazgeçilmez temel haklardır; DEDAŞ’ın kesinti, trafo sökme ve fatura şişirme uygulamalarına derhal son verilmelidir. Çiftçinin traktörü, trafosu, tohumluğu ve emeği haczedilemez; üretim araçları yasal koruma altına alınmalıdır. GAP başta olmak üzere sulama ve enerji altyapı projeleri tamamlanmalı; tarımsal üretimi sürdürecek güvenli ve kesintisiz enerji sağlanmalıdır. Tarımsal destekler, özellikle kadın üreticiler ve küçük çiftçiler öncelenerek adil biçimde dağıtılmalı; bölgede üretimi ayakta tutacak alım garantileri getirilmelidir.
Demokratik bir toplum, ilk etapta halkın temel ihtiyaçlara özgür ve eşit biçimde erişmesiyle mümkündür. Elektrik, su ve gıda güvenliği sağlanmayan bir yerde özgür yurttaşlık ilişkileri de gelişemez. Üretim araçlarının korunması, köylünün kendi toprağında onurlu yaşamını sürdürebilmesi, demokratik toplumun hem sosyal hem de ekonomik temelidir. Bu nedenle çiftçinin iradesini, köylerin yaşam döngüsünü ve toprağın bereketini savunmak, aynı zamanda halkların ortak yaşamını, yerel demokrasiyi savunmaktır.
Ancak bütün bunların kalıcı hale gelmesi, bireysel çabaların ötesine geçerek örgütlü bir mücadeleyle mümkündür. Örgütlenme, bireylerin tek başına göğüsleyemeyeceği baskılara karşı ortak bir güç yaratır; köyden kente, tarladan pazara kadar tüm yaşam alanlarında dayanışma ağlarını kurar. Demokratik toplumun inşası, yalnızca talep etmekle değil, bu taleplerin arkasında güçlü, örgütlü bir irade yaratmakla mümkündür. Örgütlü halk, haklarına sahip çıkmakla kalmaz; kendi geleceğini de planlayıp yönetir. Böylece karar mekanizmalarına katılım artar, yerel demokrasi güçlenir ve toplumsal adaletin temelleri sağlamlaşır.
Bu toprakların bereketini korumak, yalnızca çiftçinin değil, hepimizin varoluş meselesidir. Derik’te makineye bağlı yaşayan komşusuna kablo uzatan kadın, Viranşehir’de traktörünün üstünde “Hakkımızı verin!” diye haykıran çiftçi, Mazıdağı’nda yangında kaybettiğimiz canlar… Biliyoruz ki bu sesler, birleşip çoğaldığında ve örgütlü bir güce dönüştüğünde karanlığı dağıtacak, toprağımızı, emeğimizi ve geleceğimizi özgürleştirecektir.
- Halkların Eşitlik ve Demokrasi Partisi (DEM Parti) Mêrdîn Milletvekili