Kürt barışının konuşulduğu aylardan geçiyoruz. Dile kolay, 41 yıllık savaş sürecinin ardından, hem de Ortadoğu’ya ‘savaşlardan savaşlar beğen’ dayatılırken. Değişmeyenin dönüştürüldüğü mekânlar var, ülkeler var; içlerinde milyonlarca yaşam var. Ve içinde yaşadığımız politik atmosferde tereddütle seyredilen bir süreç yaşanıyor.
Tekrarlar insanları umutsuzluğa sürüklüyor, tedbiri tembihliyor durmadan ve geçmişi hatırlatıyor. Çünkü güven yok, güvensizlik var. Tarihi zamanları yaşamak bile layık görülmüyor bize. İktidar yıllardan beri herkesi horlamaktan kimseyi dinleyemez ve hor gören oldu.
Bugün devlet ve PKK arasında meydana gelen bir çatışma yok, ölüm yok; çok şükür.
Kürt halkının içinden ve Kürtlerin mahkûm edildiği yaşama itiraz edenlerden doğan bir isyan başladı on yıllar önce. İsyanın evrildiği savaş binlerce hayatı dünyalarımızdan kopardı. Bellek nankördür denilir ve bazı denilenler bazen haklı çıkar. Bazen de yanılırlar.
26 yıldan fazla bir zamandır İmralı Ada Cezaevi’nde tutulan sayın Abdullah Öcalan, bir çağrı yaptı ve onlarca yıl önce dediklerinin altını çizdi. Bu geçmişin ısrarı ve haklılığı henüz anlaşıldı devlet tarafından. Buraya kadar dikkatli kamuoyunun bildiği gelişmeler yaşandı.
Bu sürecin partiler üstü olduğu, ‘devlet aklı’ denilen bir yapı tarafından başlatıldığı çokça konuşuldu. Özellikle Ortadoğu’da yaşanan savaşlar, devrilmeler, darbeler, çatışmalar, değişimler ve parçalanmalar sonrasında bir kapı olarak görülen ve ‘ittifak’ denilen savunma mekanizmasının kurulması gündeme geldi.
Kürt halkı bu süreci kuşkuyla izlerken, süreci başlatan Devlet Bahçeli ve tüm yetkileri kendisinde toplamış Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ara ara gittikleri yerlerden, ara ara da gidemedikleri yerlerden gönderdikleri mesajlarla süreç hakkında bir-iki kelam ediyorlar. Çünkü barışı bir lütuf gibi göstermeye çalışıyorlar.
Aslında bir taraftan da bir gerçeğe işaret ediyorlar. Türkiye’de 41 yıllık savaşta hiçbir siyasi parti başkanının evladı ölmedi ve öldürmedi çünkü savaş onların ne muhitinden geçti ne de evlerinde konuşuldu. Biz ise yaşadık ve konuştuk, konuştuk ve yaşadık arasında gidip geldik.
Çağrıyı yapan Bahçeli ve ardından sürece katıldığını belirten Erdoğan, belli ki bir eşikteler ve bunu anlatacakları argümanları yok. Yıllardan beri siyasette var olan her iki parti başkanı hep meydan okudu, asla bir el uzatmadı. Pardon, arada el uzattı, pek tabii bu eller oy, seçim, koltuk ve yetkiler uğrunaydı. Şimdi hem kendileri hem de milyonlarca yaşam için el uzatacaklar, bu yüzden eşikteler.
Milliyetçi ve Politik İslamcı bir hükümetin yönettiği bir Türkiye devleti, barış sürecine girdi. Yüz yıldır varlıklarını ve haklarını inkâr etmekle kalmayıp yok etmek istediği Kürt halkı ile barış yapılacak. Alışmak, ayak uydurmak hükümet için zor olabilir.
Nitekim sayın Öcalan’ın çağrılarını ve PKK’nin kararlarını alkışlarla karşılayan hükümet, dilinde saklayamadığı düşmanlığı farklı terimlerle ortaya atıyor. Barış lafzını ‘Türk işi kabadayılık’ ile karşılayan ve halka öyle anlatan Bahçeli ve Erdoğan, bitiş tarihlerini verdiği 41 yıllık canlı kanlı savaşın barışa giden yoluna bir taş bile koymadığı gibi konulan taşları gömüyor.
Çatışma-Çözüm süreçlerinde tarafların dildeki hassasiyetleri, pozitif konuşmaları hayati bir yerdeyken, ezme-ezilme hamaseti ölümcül olur. Misal; PKK’nin kendini feshinden sonra 30 kişilik Barış ve Demokratik Çağrı grubu olarak gelip silahlarını imha edenleri hatırlayalım.
Grubun başındaki Besê Hozat’a bakalım mesela; Dedesi Dersim İsyanı’nda kurşuna dizilmiş, babası ilk evliliğinde eşini ve çocuklarını kaybetmiş. Besê’nin iki kardeşi bu savaşta yer almış ve hayatlarını kaybetmiş. Kendisi bir Kürt, bir kadın, bir Alevi, bir devrimci, bir gerilla olan Besê, 30 yıldan fazla zaman savaştıktan sonra gelip silahını yaktı.
Besê Hozat devlet terörünün içinde doğdu ve yaşadı. Sonra isyan etti ve mücadele etti. Yani yaşamın en kutsal ve manalı değerini seçti, yani direnmeyi ve mücadele etmeyi. Kuşkusuz Besê ile beraber silahlarını yakan her bir gerillanın ayrı bir hikâyesi ve öfkesi de var.
Tüm televizyonlarda, meydanlarda bangır bangır denildiği gibi bir hayat yok, 41 yıllık savaşın sonunda bir barışın rüzgârı var. Bir rüzgar eser, insanın düşündükleri değişir, bir koku bir başka şeyi çağırır. Bir söz yanlışları hizaya getirip doğruları gösterir. Güven, cesaret, feraset çok önemli ama gerçekleri doğru anlatmak da önemli. Evet, savaş bitti, barış dönemi başladı. Herkes bilir ki barış adım adımdır ve mutlu bir yürüyüş hız ve coşku ister.
Devlet kanadı ilk günden beri bu barış denilen kutsal yaşamı deyim yerindeyse ‘sidik yarışına’ çeviriyor. Kof kabadayılıkla, ezdik bitirdik laflarla kendi kamuoyuna sesleniyor. Halbuki bu devletin kuruluşundan bugüne baktığımızda ‘terör’ denilen kıyam ve katliam hiç eksik olmadı. Bu cumhuriyet, her kesime terör estirerek kuruldu ve günümüze de böyle geldi. Devlette devamlılık esas denildi ve gereği yapılarak milyon insan katliamdan geçti. En önce bunların muhasebesi yapılmalı ve hesabı verilmeli diye bu devleti yönetenler hizaya çekilmesi gerekirken, barış isteyen onurlu Kürt halkına nefret boca ediliyor.
Oysa durmadan ‘terör’ denilerek varlıkları ve dilleri için mücadeleden korkmamış, Ortadoğu’yu cehenneme çevirmeye ant içmiş IŞİD gibi barbarları görkemli bir savaşla yenmiş Kürt halkını bu ipe sapa gelmez kavramlarda boğmaya çalışıyorlar. Gerçeklerin hatırlatılması elzemdir çünkü hayat kurtarır.
Duyarlı kamuoyunun bildiği gibi ayakları sürüyenler adım atamaz. Yine herkesin şahit olduğu gibi savaşı Kürtler başlatmadı ama biz bir şekilde hayatta kalmayı başaranlar, barışmayı öğrenebiliriz. Barış onların değil, bizim hakkımızdır. Aradıkları terörü evlerinde arasınlar, bizim evimize karışmasınlar isteriz.