Modern toplum, dijital faşizmin, teknokratik diktatörlüğün ve şirketlerin devletleri yavaş yavaş devraldığı bu karanlık dönemde, toplumsallığın varoluşunun en temel değerlerini yeniden kazanmak zorundadır
Berat Çiftkuran
En son sorulacak soruyu başta sormak lazım; Kapitalizmin Frankenstein’ı haline gelen teknokratik elitlere, ulus-üstü şirketlere ve dijital feodalizme, kısacası; bu distopik geleceğe karşı ne yapmalı, hangi parola ile bir toplumsal bent kurulmalı?
Modern toplum, yüzyıllardır süregelen iktidar mücadelelerinin, ekonomik çalkantıların ve kültürel ilişkilerin ortasında, devletin evrim geçirdiği bir döneme tanıklık etmektedir. Maskesiz tanrılar çağından Antik imparatorlukların merkezi otoritesine, feodal dönemin bölünmüş yapıları ve modern ulus-devletin doğuşu, her birine karşı toplumsal yapı kendi içinde özgürlük ve direniş unsurlarını barındırmıştır. Ancak bugün, neoliberal kapitalizmin ve teknolojik “ilerlemenin” getirdiği yeni düzen, devletin en yoğun ve rafine haline geçip, yerini tamamen özel sektörün eline bırakırken, aynı zamanda toplumun öfkesini ve direnişini de daha yoğun manipüle etmektedir. Bireyden topluma; kitleler küresel yabancılaşmaya karşı her ne kadar tepki göstermeye çalışsa da; maruz kaldıkları dijital bombardımandan dolayı neye karşı mücadele edecekleri de iç içe geçmiş durumda ve kapitalizmin manipülasyonları ile toplumsallık daha çok parçalanmaya çalışılmaktadır. “Özgürlükçü” maskeleri ile neo-liberal CEO’ların temsil ettiği teknokratik diktatörlüğün, neo-faşist dijital Apartheid düzeninin ve uzay -başka bir gezegende yaşam- mitleri ile başlayan yeni sömürgeci emellerin, tarihsel ve kültürel bağlamda nasıl bir “gönüllü” tahakküm propagandasına dönüştüğünü, sistemin mevcut krizi içinde toplumsal öfkenin nasıl yönlendirildiğini ve nihayetinde ne yapılması gerektiği tartışılması elzemdir.
Günümüzde teknoloji devleri, yalnızca ekonomik aktörler olmanın ötesine geçerek, esas rollerini almış durumdadır. Devletlerin yapısını, yasama, yürütme ve yargı işlevlerini yeniden biçimlendiren teknolojik diktatörlüğün sembollerine dönüşmüştür. SpaceX, Tesla, Amazon ve Facebook gibi dev şirketler, sadece sermaye birikiminin değil, aynı zamanda bilgi, veri ve kültürel üretimin merkezi haline gelmişlerdir. Edward Said’in Oryantalizm eseri, sömürgeci ideolojinin sadece ekonomik değil, aynı zamanda kültürel ve ideolojik baskı araçları olduğunu ortaya koyarken, bugün bu baskı, dijital platformlar ve yapay zekâ aracılığıyla yeni boyutlar kazanmıştır.
Günümüz dijital faşizmi, Google, Facebook, Amazon gibi dev teknoloji şirketleri tarafından uygulanan veri madenciliği, izleme ve algoritmik manipülasyonlarla kendini gösterir. Bu bağlamda, neoliberal diktatörlüğün, modern devletin yerini alan, teknolojik ve dijital araçlarla kurgulanmış yeni bir totaliterlik biçimi olduğu açıktır.
Yanlış yönlendirilen toplumsal öfke: Direnişin yanlış kanalizasyonu
Toplumun öfkesi, tarih boyunca adaletsizliklere, sömürüye ve baskıya karşı yükselen direnişin temel motoru olmuştur. Ancak günümüz krizi, bu öfkenin enerjisini sistemin kendini yenilemesi ve yeniden yapılandırması için kullanmaya yönelik bir stratejiye dönüştürmüştür. Eric Hoffer’ın Kesin İnançlılar adlı eserinde belirttiği gibi, kitlesel öfke, yönlendirildiği ideolojik araçlarla sistemin meşrulaştırılmasına hizmet eder. Bugün de, medya devleri ve teknoloji şirketleri, toplumsal öfkenin gerçek amacını gizleyip, onu yan ürün haline getirerek, radikal değişim taleplerini sakinleştirmekte ve sistemin sürdürülebilirliğini sağlamak için manipüle etmektedir.
Pozitif-bilimin mitolojiden rol çalarcasına yeni “ilerleme” hikayeleri teknolojinin insanı özgün doğasından ne kadar kopardığını ve onu mekanikleşmiş, işlevsel bir varlık haline getirdiğini gözler önüne serer. Modern teknolojik uygarlığın insanı, sadece tüketim ve üretim döngüsünün bir parçası haline getirildi. Bu noktada en indirgemeci söylemlerden “Düşünüyorum, öyleyse varım” ifadesi bile, günümüz koşullarında, “Algoritmalar beni tanıyor, ben sadece verilerden ibaretim” söylemine dönüşmüş, modernizmin temelleri yeni bir üst-anlatı ile yeniden atılmaya çalışılmıştır. Böylece, toplumun öfkesi, gerçek özgürleşme mücadelesinden ziyade, teknolojinin ve özel sermayenin yarattığı kontrol mekanizmalarıyla kanalize edilmektedir.
Sömürü, iktidar ve direnişin izleri…
Hayatın serüveninde, her sömürü biçiminin sonunda toplumların ayaklanmasına sahne olmuştur. Sovyet devrimi, o günün atmosferinde çıkış parolasını toplumun öfkesinin doğru kanalize edilmesiyle eski düzenin yıkılmasını sağlamış, ancak bu süreçte ortaya çıkan merkezi otoriter yapı da, yeniden benzer baskı mekanizmalarını doğurmuştur. Rosa Luxemburg’un “ya sosyalizm ya barbarlık” sözü, bu çelişkinin en keskin ifadesidir. Bugün ise, neoliberal politikaların yarattığı ekonomik eşitsizlik, teknolojik diktatörlüğün temellerini güçlendirirken, toplumsal öfke de yanlış yönlendirilmekte, özgürlükçü potansiyel, sistem tarafından kontrol altına alınmaya çalışılmaktadır.
Günümüzdeki yabancılaşmayı analiz etmenin en çarpıcı alanı olan medya, kullanımı itibariyle birey-toplumların düşünce yapısını nasıl şekillendirdiği ve alternatif söylemlerin şiddetli saldırıya uğradığı açıktır.
İktidarın dijital temelleri üzerine inşa edildiği bu yeni düzene karşı tek çıkış yolu, radikal toplumsal dönüşüm ve özgürlüğün kolektif inşasıdır. Bilgi toplumsallaşmalı, teknolojinin toplumsal alan haline getirilmesi sağlanmalı; böylece, tekelci sektörün elindeki güç dağıtılmalıdır. Açık kaynak teknolojiler, merkeziyetsiz veri yapıları ve demokratik dijital platformlar, teknolojik araçların artık her türlü tahakküme karşı en yetkin yöntemlerden biri olması gerektiğinin somut örnekleri olmalıdır.
Eğitim sistemlerinin, bireyleri algoritmaların ve veri yığınlarının kölesi haline getiren modern medya ve teknolojiyle beslenmek yerine, eleştirel düşünce, özgürlük ve yaratıcılık üzerine yeniden yapılandırılması gerekmektedir.
Özgürlüğe giden yolda en temel adım, toplumun öfkesinin doğru kanalize edilmesidir. Kitlelerin öfkesi, doğru ideolojik araçlarla yönlendirilmezse, mevcut düzenin meşrulaştırılmasına hizmet eden bir araç haline gelir. Bu nedenle, anti-sömürgeci düşünceye sahip her birey-toplum, öfkenin basit patlamalarından ziyade, bilinçli, organize ve stratejik bir direniş inşa etmelidir. Toplumsal dayanışma, gerçek özgürlüğün temelidir; sömürge toplumlar, işçi sınıfı, emekçiler ve diğer tüm özgürlükçü bileşenlerin kolektifleşmesiyle, tekelci sektörün ve teknolojik diktatörlüğün oluşturduğu bu yeni düzenin temellerini sarsabilir, toplumdan çalınanı topluma kazandırabilir.
Modern toplum, dijital faşizmin, teknokratik diktatörlüğün ve şirketlerin devletleri yavaş yavaş devraldığı bu karanlık dönemde, toplumsallığın varoluşunun en temel değerlerini yeniden kazanmak zorundadır. Birey-toplum; algoritmaların ve veri diktatörlüğünün gölgesinde, özgürlüğün, yaratıcılığın ve eleştirel bilincin kaybolmasına tanıklık etmektedir.