İlahiyatçı İhsan Eliaçık ile tarihi Barış ve Demokratik Toplum Çağrısı’nı konuştuk:
Eğer Türkiye’de demokratik cumhuriyet olursa, radikal demokrasi gelirse Kürtler de kendini bu ortamda çok rahat eder. O zaman zaten demokratik cumhuriyet içerisinde bu sorunun çözülmüş olacağını düşünüyor. Bu benim de savunduğum bir şey. Muhalefet de savunmalı
Hüseyin Kalkan
Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’ın Barış ve Demokratik Toplum Çağrısı beklenenin ötesinde bir yankı yaptı. Çağrı metninde dile getirilen düşünceler tartışılmaya devam ediliyor. İlahiyatçı yazar İhsan Eliaçık, tarihi çağrıya dair önemli değerlendirmelerde bulundu.
Eliaçık, demokratik cumhuriyet ve radikal demokrasi çizgisinin zaten Öcalan’ın düşünce ve eylem çizgisinde olduğunu belirtiyor. Eliaçık, şunları söylüyor:
“Bu çağrı benim takip edebildiğim kadarı ile gecikmiş bir çağrı. 30 yıllık gecikme ile yapılmış bir çağrı. Çünkü ben 90’li yıllarda Öcalan’dan duydum, silahlı mücadele için 10 yıl süre biçiyor. Başka bir mücadele tarzına geçmemiz lazım diyordu. Silah bırakma, silahlı mücadeleye son vermek, kendini feshetmek 2015’te de gündeme gelmişti. Bu Öcalan’ın düşünce ve eylem çizgisinde zaten olan bir şey. Yazdıklarını sistemli takip edenlerce bilinen bir şey. Nedir bu? Demokratik siyaset, hukuki zemin ve topyekün demokratik cumhuriyet dönüşümü, işte kapitalist moderniteye karşı konfederal bir toplum oluşturma mücadelesi. Yani barış toplumu dediği şey bu. Dolayısıyla o anlattığı şeylere uygun. Aynı zamanda ben yapılan çağrının içeriğini hapishanede olmasaydı bile şu anda mesela Kandil’de olsaydı bile yapabileceğini düşünüyorum. Yani bu yaşadığımız şartların Suriye’deki gelişmeler, dış güçlerin veya devletin dayatması ve zorlamasıyla yapılmış bir çağrı değil. Kendince bir analizi yapıyor. Böyle elli yıllık bir değerlendirme yapıyor. Soğuk savaş döneminin bitmesi veya Sovyet sisteminin çökmesi, Türkiye’de doksanlı yılların sonuna doğru Kürt realitesinin aşağı yukarı inkarının çözülüşü. Bunlar silahlı mücadeleyi anlamsız hale getirdi diyor. Ve o nedenle kendimiz kongre toplayarak bunu bitirelim diyor. Bu aslında bir meydan okuma anlamına da geliyor. Ya devletin zoruyla da yenilerek, mecburen, gücü kırılarak, bir silah bırakma değil, kongre toplayıp karar alarak silahlı mücadeleyi bırakınca, mücadele bırakma değil diyor. Yani bu örgütün kendine güvendiğini, bir hesap kitap yaptığını, kendini okuma becerisi gösterdiğini bence ifade ediyor.”
Her örgüt yapmaz
Öcalan’ın PKK’ye yaptığı kendini feshetme çağrısının cesur bir tavır olduğunu söylüyor. Eliaçık, PKK’ye yönelik bu çağrıyı şöyle değerlendiriyor:
“Birçok örgüt bunu yapamaz. Yani insanlar kurduğu bir tavuk kümesini bile kendiliğinden yıkamazlar. Kolay değil. Yirmi-yirmi beş yıldır silah bırakma ve silahlı mücadeleye son verme, PKK’nin tarzını, stilini değiştirme, örgütü feshetme sözleri zaten sürekli konuşup duruyordu. Demek ki onlar da şimdiye kadar olgunlaşmış. Bir son olarak da ben bunun sadece PKK’yi ilgilendirdiğini düşünüyorum. Örneğin YPG’ye yönelik olduğunu düşünmüyorum. Irak’taki veya İran’daki örgütlere değil Türkiye’ye karşı mücadele eden PKK’ye yönelik bir çağrı olduğunu düşünüyorum. Çağrının muhtevasında bahsedensek topyekûn bir demokratik cumhuriyet tarafı var. Topyekun demokratik cumhuriyet, radikal demokrasi talepleri var. Böyle bölücü kültürel taleplerden ziyade böyle radikal demokrat talepler var çağrıda. Eğer Türkiye’de demokratik cumhuriyet olursa, radikal demokrasi gelirse Kürtlerin de kendini bu ortamda çok rahat ifade edebileceğini düşünüyorum. O zaman ayrıca bir Kürt mücadelesi vermeye gerek kalmayacağını, zaten topyekün demokratik cumhuriyet içerisinde bu sorunun çözülmüş olacağını düşünüyor yani yaptığı değerlendirmenin bu olduğu kanaatindeyim.”
Bahçeli daha net
Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan ve MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli’nin süreç karşısındaki tutumunu da değerlendiren İhsan Eliaçık, Bahçeli’nin daha net bir tutum takındığını belirtiyor. Eliaçık’a göre Erdoğan, adım atarken seçim ve seçmen hesabı yapıyor:
“Bahçeli bu konuda daha net. Oy derdi fazla yok. Bunu yapmasından dolayı oylarını düşünmüyor. Karizmasının çizeceğini düşünmüyor. Bu nedenle çok daha rahat konuşuyor. Erdoğan onun kadar rahat konuşamıyor. Çünkü ona sadık seçmen kitlesi var. Milliyetçi oyları kayıp edeceğini düşünüyor. Temkinli konuşuyor. ‘Taviz vermedik. Pazarlık olmadı. Yendik. Diz çöktü. Bu havada konuşuyor. Tribünlere yönelik konuşuyor. Böyle olayı çözmekten ziyade partiyi nasıl bundan zarar almadan çıkarırım diye hesap yapıyor. Fakat her ikisi de sonuç itibariyle bence bu süreçte etkili oldular.”
Medyanın zehirli dili
Eliaçık, iktidara yakın medyanın ötekileştirici dilini değerlendirirken bunun iktidarını koruma içgüdüsünden kaynaklandığını söylüyor. Eliaçık şunları söylüyor:
“Şimdi iktidar çevreleri ayakta kalma ve iktidarı koruma içgüdüsüyle hareket ediyor. Onların Türkiye’yi demokratikleşme diye bir davaları yok. Bana göre Türkiye’ye verebilecekleri bir şey de yok. Yani bu saatten sonra Erdoğan ve AKP kendini kurtarmanın fikrinde. Dolayısıyla buradan nasıl oylarınızı koruyarak, milliyetçileri küstürmeden ‘bu işin içine çıkarız’ derdindeler. Amerika terk etmeseydi bence ne Erdoğan ne de Bahçeli yanaşırdı. Onların tepkileriyle bu işe yanaştılar. Çünkü harita bilmediğimiz başka açılardan da hem hükümete hem Bahçeli’ye hem Erdoğan’a aba altından sopa gösterdi. Yani bunu yapmazsanız biz de şunu şunu yaparız: Erdoğan’a dair uluslararası suçlara bulaşmışlar dediler bence. Burada uluslararası güçler onu çok rahat kullanırlar. O da buna hemen razı olur. Ama bunu toplum kesimlerine, Türkiye’nin iç dinamiklerine yenilmiş bir görüntü vermeden veya iç güçlerin taleplerini yerine getiriyor görüntüsü vermeden kendisi bir şefkat eli uzatmış örgüte de bunu değerlendirecek. Böyle eze eze, sustura sustura zafer kazanmış havası vermeye çalışıyor. Yani hava basıyorlar, başka bir şey değil. Bu yandaş medya da aynı şekilde. İşte demokratik talepleri dile getirmiyor. Yani ‘Terörsüz Türkiye’ derken de PKK’yi askeri açıdan dize getirdik, bu bir zaferdir. Hiçbir talebini yerine getirmedik. Gündeme bile almadık. Yok demokratikleşme, yok anadil, yok şu bu. Onlara hiç kimse değinmiyor. Sadece askeri hedefimizi gerçekleştirdik. Bu bir zaferdir. Milliyetçi oyların kaçmasına gerek yok. Bizi desteklemeye devam edin anlamına gelir yani. Gerçekten böyle değil. Arka planda bir yıldır zaten görüşme yapılıyor. Anlaşmalar yapılmış. Sürece bağlanmış. Önce işte devlet bir şey yapacak. Sonra PKK bir şey yapacak. Aşama aşama bu işler olacak. Ta anayasaya kadar her şeyi görüşmüşler. Ama ilk bakışta ikiyüzlü bir şekilde rol yapıyoruz yani kamuoyuna karşı böyle yenilmez, boyun eğmez, dik duran bir yüz ama arka planda böyle her türlü şeyi konuşan, görüşen, anlaşan bir halleri var.”
Muhalefetin hazırlığı yok
Eliaçık, muhalefetin Kürt sorunu konusunda bir hazırlığı olmadığını söylüyor. Eliaçık’a göre muhalefet kendi iç sorunlarına ve cumhurbaşkanı adayının kim olcağına odaklanmış. Eliaçık, muhalefetin durumunu şöyle analiz ediyor:
“Muhalefet bu işe hazırlıklı değil. Bu sağlıklı değil. Yani en azından bir Devlet Bahçeli kadar, Öcalan kadar burada kafa yor. Hani bu Kürt meselesini nasıl çözeceğiz? Kürtlerle nasıl bir ilişki kuracağız? Türkiye’nin bu konudaki çizgisi tam olarak ne olabilir? Bu konuda CHP yeterince kafa yormuyor. CHP şu anda kimin cumhurbaşkanı olacağıyla meşgul. Yani açıklamanın yapıldığı günlerde Ankara’da Ekrem İmamoğlu cumhurbaşkanlığı gösterisi yapıyordu. Mansur Yavaş’la tartışmalara giriyor falan. CHP fazla kendi içine kapandı. Cumhurbaşkanlığına fazla kendini kaptırdı. O nedenle Türkiye’nin genel sorunlarıyla birlikte olmakla beraber bu Kürt meselesinde yeterince performans gösteremiyor. Diğer muhalefet kesimleri de öyle. Yani en azından şunu söylemeleri lazım; bunu söylemekte bence bir sakınca yok. Şimdi Öcalan yapmış olduğu kısa açıklamada açıkça demokratik cumhuriyet diyor. Demokrasi talebinde bulundu. Yani Kürtlerden hiç bahsetmiyor. Diyor ki Türkiye demokrasiye geçerse, radikal demokrasiye geçersek zaten Kürt sorunu da kendiliğinden çözülmüş olacak. Çünkü radikal demokrasi herhangi bir kavmi, ırkı, dini, mezhebi devletin esas almamasını gerektiriyor. Yani anayasadan Türklük çıksın. Tabi ki demokratik cumhuriyet olursa çıkarılması lazım. Bir radikal demokrasi bunu gerektiriyor. Çünkü devlet adalet dışında bir esasa dayanamaz. Yani Türkü tutmayacağı gibi Kürdü de tutmaz. Müslüman, Sünni, Aleviliği falan tutmaz. Hepsinin devleti olur, adalet devleti olur ve herkes barış içinde bir arada yaşayacak. Şimdi Türkiye’nin ulusalcı kesimleri buna hazır değil. Çünkü Türklük anayasadan çıkınca sanki Türklük yok oluyor havalarına kapılıyorlar. Anayasa’dan Müslümanlık çıktı. Ne oldu? Türkiye Müslümanlıktan çıktı mı? Yani Türklük anayasadan çıktığı zaman bir şey olacağı yok. Türkler, Kürtler, Müslümanlık, Sünnilik, Alevilik toplumda ve sosyolojide var olmaya ve yaşamaya devam edecek. Ama devletin herkesin devleti olması için bunlardan arındırılması gerekiyor. Şimdi Öcalan bu noktaya gelmiş, Demokratik Cumhuriyet dediği bu. Radikal demokrasi dediği bu bence. Bu güzel bir nokta, iyi bir nokta. Benim de savunduğum bir şey. Adalet Devleti adlı kitabımda bunları savunuyorum zaten. Kapitalist moderniteye karşı adalet devleti, demokratik cumhuriyet bunlar bizim savunduğumuz şeyler. Ama şimdi muhalefetin buna destek olması lazım. Biz de bu demokrat taraflara katılıyoruz. Demokratik Cumhuriyet olmalı demeliler.”
Öcalan ve Demokratik Konfederalizm
Öcalan’ın perspektifinin Türkiye ile sınırlı olmadığını belirten İhsan Eliaçık, Demokratik Konfederalizmin Ortadoğu için tek yol olduğunu söylüyor:
“Bu demokratik cumhuriyet perspektifi, radikal demokrasi perspektifi bana göre Öcalan’ın Türkiye için düşündüğü bir şey değil sadece. Yani silahı bırakma PKK için düşündüğü bir şey ama demokratik cumhuriyet perspektifi Suriye için de geçerli. Irak için de geçerli. Hatta tüm Ortadoğu için bunu düşünüyorum. Çünkü Demokratik Konfederalizm kitabında bunları anlatıyor. Hatta Medine Sözleşmesi temelinde Demokratik Konfederalizm. Ortadoğu’nun kurtuluşu buradadır. Suriye için de geçerli bu. Suriye’de Müslüman, Sünni, Selefi bir akım gelecek, devlete hakim oluyor. Olmaz böyle bir şey. Bu yaklaşıma göre. Bütün kesimlerin katıldığı adalet temelinde, demokrasi temelinde bir düzen düşünüyor ve bu Ortadoğu için bence sağlıklı bir çözüm. İleri düşünülmüş bir fikir. Bizim de savunduğumuz bir şeydir. Adalet Devleti isimli kitapta yazdım. Medine Sözleşmesi, İslam dünyasında demokratik cumhuriyetlerin kurmasında tarihsel ve dinsel referans olabilir. Buradan yola çıkarak bu mezhep kavgası, din kavgasına da bir çözüm. Hatta öyle ki bu Filistin-İsrail için de geçerli olan şey budur. Şimdi Hamas İslam Devleti savunuyor. İsrail de Yahudi devleti oluyor. Şimdi Yahudi devletinde Yahudi olmayanlar ikinci duruma düşüyorlar, öteki duruma düşüyorlar. İslam devletinde Müslüman olmayanlar öteki duruma düşüyor. Ama demokratik cumhuriyette herkes bir anda eşit sahneye geliyor. Bu din, inanç, eski köken, bir kabileye dayalı devlet anlayışlarının çoktan geride bırakılması gerekiyor. Avrupalılar bunun çoktan aştı, biz hala bunlarla boğuşuyoruz.”