Kaygan gibi görünen zeminler, bazen sadece bir görüntüden ibarettir. Dikkat dağıtır, kaygı verir ve bir eşitsizlik, bir başka zeminin manzarasını sunar. Politika da böyle bir şeydir ve bazen öğrendiği tekrara sığınır. Zemin varsa zaman da vardır, bu günler, o zamanların içinden geçmektedir.
Kürdistan, Türkiye ve Ortadoğu’da gelişen dengeler, alınan kararlar, süreçler ve görüşmeler ve savaşlar peş peşe yürüyor. Halkların kaderi şekillenirken, karar alma tecrübeleri de dikkat çekiyor. İçinden geçtiğimiz günlerde 50 milyonu aşkın Kürt halkının son isyanı Sayın Abdullah Öcalan tarafından sona erdirildi. 27 Şubat’ta İmralı Cezaevi’nden dünyaya deklare ettiği çağrı geniş yankı uyandırdı ve uyandırmaya devam ediyor.
Genel anlamda gündem ve her gelişme her haliyle bu sürece bağlanıyor ve ‘müzakere edilen şeyler’ türlü şekillerde yorumlanıyor. Bilindiği gibi 40 yılı aşkın bir savaş yaşandı bu topraklarda. Yaşanan her can kaybının, kuşaklarca süren acıların, değişimlerin, ve elbette direniş kültürünün biçimlendirdiği, çerçevelediği kocaman bir zamandan bahsediyoruz; yaşanmışlıktan.
Her haliyle yazılması, anlatılması, yani aktarılması her fırsatta olması gerekir, buna iknayız. Peki neler oldu ve biz ne olduk? Bu soru açıldıkça çoğalan bir kutu, sihirli değil, büyülü de değil, canlı ve kanlı.
Elbette bunun öncesi de var. Öncelerin enkazları da var. Ortadoğu zaten yüzyıllardır bir kalıntıyı inşa ediyor. Katı olan her şey buharlaşır düsturu çok şükür bu topraklarda da işe yarıyor.
Savaş dedik, kırk yıldan fazla bir zaman savaş dedik. Şimdilerde barış diyoruz, barışmak rüzgârını hissetmek istiyoruz. Kürt halkında büyük bir yer edinen PKK ve Önderi Abdullah Öcalan, bu günlerde sadece Kürt halkını değil, Ortadoğu halkını etkileyecek bir eşik ortaya çıkardı ve herkesi oraya getirdi. Dünya devrim tarihine ve mücadele birikimlerine katkıları ise elbette karşılık bulacaktır.
Öcalan’ın aldığı kararlar, bir masa etrafında alındı nihayetinde. Ve bir süreç başladı ve devam ediyor. Doğal olarak alınan kararların beklentisi ve etkisi merak uyandırıyor. Tarihsel bir zaman diliminde gerçekleşen bir savaşın ortaya çıkardıklarını bir oldubittiye hapsetmek, haksızlık olur. Örneğin Meclis’e getirilen infaz kanunu hakkındaki düzenleme.
100 yıldan fazla zaman alan bir meseleyi, ki bu sürekli hatırlanmalıdır, insan aldı götürdü, haysiyet ile oynandı, göstere göstere zulüm çoğaltıldı, ve müthiş bir direniş ortaya çıkardı. Bu sadece savaşla değil, rollerin değişimi, mücadele araçlarının zenginliği, toplumsal dönüşüm ile devreden yaşananlar silsilesi. Yani tüm bunların hem kıyısında hem de içindeyiz.
İşte buna denk bir rüzgâr bekleniyor. Geçmiş tecrübelerin hatırlattıkları ‘barış’ kelimesine itinayla ve ihtiyatla yaklaşmayı tekrar ediyor. İnsan yaşadıklarını hisseder, hisler de kaybolmaz ve sürekli kapıya dayanır.
Barış kelimesi zeytin dalı ile anılıp, Kürdistan’ın zeytin ağaçlarını dünyaya duyurması gerekirken, Efrîn’de zeytin ağaçlarını söken barbarlığın adının ‘Zeytin Dalı’ olması, engel oluyor. Yani bizim hatırlamalarımız çok uzun ve derin. İnsanların dedikleri gibi, dünya zorla değil, sırayla.
PKK’nin aldığı kararlardan sonra Kürtler ve Türkler birbiriyle farklı konuşuyor, birbirlerinin yüzlerine ve gözlerine farklı bakıyor artık ve bu bir haktır. İşte bu hak, bu birbirinin yüzüne bakma, geçmişi hatırlama biçimleri, dillerin durumu nasıl olmalı? Kendi tarihimizi anlatırken başkasının tarihini düzeltiyoruz aslında. Tarihi düzeltilenin yaşamı da düzelir deniliyor.
Şu günlerde bir şeyler oluyor. Hapistekilerin bırakılması elbette bir zaruriyet olarak görülüyor, görülsün. Diğer başka her şey, yüzyıllar kadar sürecek her şey de istenebilir. Kürtlerin ortaya attığı yani yarattığı yeni yaşam, Rojava’da olan mesela, bunlar da görülsün. Dünyadaki sosyalist ağlarla kurduğu ilişkiler, geleceğe dair düşler ve Kürt-Türk İttifakı önerisi de bilinsin. Sanki bu günlerde görülmeyen bir şey var: Savaşı yaşayan bizdik, barışı yaşayan da barışan da biz olmalıyız.
Kürtler Ortadoğu’yu bir eşiğe getirdi. Dünyaya ‘demokratik ulus’ ‘teşisini attı ve o teşi halen dönüyor. Aynı zamanda bir miras bıraktı ve bu mirası bölüşmek istiyor. Bütün dünya katılabilir, kapı açık. Sanki herkes kapısını açsa, bir rüzgâr esecek.