10 Aralık, sadece bir takvim yaprağının değişimi değil, aynı zamanda tüm insanlık için evrensel bir vicdan muhasebesinin başlangıcıdır.10 Aralık 1948’de Birleşmiş Milletler Genel Kurulu tarafından kabul edilen İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi’nin yıl dönümü olan bu tarih, bize “insan” olmanın getirdiği temel hak ve özgürlükleri, yani sahip olduğumuz onuru hatırlatır.
Bu beyanname’nin birinci maddesi, aslında tüm felsefenin özünü tek bir cümlede özetler: “Bütün insanlar hür, haysiyet ve haklar bakımından eşit doğarlar.” İşte bu cümle ne coğrafya ne renk ne dil ne de inanç gözetmeksizin, her bireyin salt insan olması sebebiyle dokunulmaz ve devredilmez haklara sahip olduğunun küresel ilanıdır. Ancak aradan geçen onca yıla rağmen, ne yazık ki bu evrensel idealin çok gerisindeyiz.
Dünyanın bir ucunda savaşlar, masum insanların yaşam hakkını tehdit ederken, başka bir yerinde ekonomik zorluklar, milyonlarca insanın en temel hakkı olan beslenme ve barınma hakkını elinden alıyorken, hâlâ kadınlar, çocuklar, mülteciler ve azınlıklar, ayrımcılığın ve şiddetin hedefi oluyorken 10 Aralık İnsan Hakları Günü ve onu çevreleyen hafta, sadece kutlanacak bir gün değil, aynı zamanda ihlal edilen hakların, yaşanan acıların ve bitmeyen eşitsizliklerin de yüksek sesle dillendirilmesi gereken bir konumdadır.
***
Bu tablo, insan hakları mücadelesinin asla bitmeyen, sürekli uyanık kalmayı gerektiren bir süreç olduğunu gösteriyor. İnsan hakları, bir lütuf değil, doğuştan gelen bir haktır. Onu korumak ise herkesin sorumluluğudur.
Bu hak; sadece devletlerin ya da uluslararası kuruluşların görevi değildir. Beyanname’nin ruhunu yaşatmak, en basit günlük ilişkilerimizden en büyük toplumsal meselelere kadar uzanır.
Birey olarak: Kendi ön yargılarımızı sorgulamak, farklı olana saygı göstermek ve haksızlığa karşı ses çıkarmak zorundayız.
Toplum olarak: Adaleti, eşitliği ve merhameti temel değerler olarak yüceltmeli; güçlünün zayıfı ezmesine izin vermeyen bir vicdanı devreye sokmalıyız.
Demokrasi ve insan hakları kavramları birbirine doğrudan bağlantılı kavramlardır. Siyasal rejim olarak demokrasi, insan haklarının gerçekleştirildiği düzeni temsil etmektedir. İnsan hakları ise temel olarak, demokrasilerin düşünsel temelini oluşturmaktadır. Demokrasi kavramına nitelik kazandırılmadıkça, demokrasi ve insan hakları üzerine söylenecek sözler, geliştirilecek yorumlar sağlam bir taban oluşturamaz.
İnsan hakları konusundaki ilerlemeler, egemen güçlerin hoşgörüsü ile değil, toplumsal kesimlerin kendi haklarını elde etmek için verdikleri mücadelelerle sağlanabilmiştir.
***
Türkiye’de İnsan hakları alanında mücadele eden kurumların başında; İnsan Hakları Derneği (İHD) Uluslararası Af Örgütü ve Türkiye İnsan Hakları Vakfı (TİHV) yer alır.
Gönüllü bir insan hakları kuruluşu olarak, “İnsan Haklarıyla İnsandır” şiarıyla, Türkiye’nin en karanlık dönemlerinde 17 Temmuz 1986 tarihinde, aralarında tutuklu-hükümlü yakınları, yazar-gazeteci, hekim, hukukçu, mimar- mühendis ve akademisyenlerin yer aldığı çeşitli meslek gruplarına mensup 98 insan hakları savunucusu tarafından kurulan İnsan Hakları Derneği (İHD) kurulduğu günden bu yana Türkiye’de insan hakları konusunda önemli bir misyon yüklenmiş, yönetici ve üyeleri, bir yanda insan hak ve özgürlüklerini savunurken, diğer yanda devletin ve hakları ihlal eden kesimlerin baskılarına maruz kaldı. Yıllar içinde birçok üye ve yöneticisi faili meçhul cinayetler sonucu yaşamını yitirirken, yüzlerce üyesi yaralandı. Derneğin birçok yönetici ve üyesi, insan hakları alanındaki faaliyetlerinden dolayı yargılandı ve mahkûm edildi.
Sorunlar ve mücadele devam ediyor. Unutmayalım ki, bir insanın onuru zedelendiğinde, tüm insanlığın onuru yara alır. İnsan hakları, hepimizin ortak paydasıdır ve bu değerlere sahip çıkmak, geleceğe bırakacağımız en büyük mirastır.









