Hassas ayrıntıların varlığı, dikkatli kuşkuların ağırlığı, bir çağ hastalığı. Hengamesi tükenmeyen hayat, gürültü üstüne gürültü çıkarıyor. Sözün yokluğuna, sesin çaresizliğine, ta o zamanlara gitmek gerekir. Bir şeyleri değiştirmek için bazen her şeyin en başına gidip, orada yüzünü ve gözünü yıkamak gerekir. Akıl da yıkanabilir, yıkılabilir de.
Üşüten gerçekler, bunaltan yalanlar, araçların zamanla değişimi, amaçların metamorfoza uğraması, bizim uğrayıp da uğrayamadığımız yerlerin yarası, hepsi bir ve tek bir kapıyı değil bin bir kapıyı gösteriyor. Gördüklerimiz bazen yanıltıyor, baktıklarımız bazen saklanıyor ama bu bazenlerin canı çıkmıyor.
Gerekçeler esaretleri çoğaltırken, geçmeyenler geleceğe tahakküm koyuyor. Rehin verilmiş günler, gitmeyen geçmişler, gelmeyen gelecekler, birer kabus furyası; ve biz her gece görmek için uyur, sabah unutmak için uyanırız. Hayat böyle de yaşatır kendini, dünya böyle de dönmeye devam eder.
Bir tel kopar ahenk bozulur denilir, bir tel beyazlar zaman geçtiğini belli eder de denilir. Bize denilenler, bizden denilmesini isteyenler, demek istediklerimiz, hepsi bir suskunluk getirir. Hayat getirdiği kadar götürüyor, insan görmek istediği kadar bakıyor, bakmak istediği gibi de görüyor. İnsan bir değildir ve iyi ki birden kopuyor.
Kendimize ısmarladığımız kederler, kendimizden sandığımız yanılgılar, hatıraların yanlış anımsanması, insanın arkasının bir anda bir nehir olup akıp tükenmesi. İnsan çağlayan gibidir, gider ama oyuklarla kendini gösterir. Yaşarken yalan sanılan, sonrasında gerçek oluyor böyle. Biraz geçmişin yükü, biraz da geleceğin korkusu kadardır insan; yirmi bir gram. Öyle bir teessüf geçiriyor insan.
Sansasyonel ıstıraplar, hikâyesiz acılar, zamansız aciliyetler, sırra kadem basan anlar, bir aynayı gösteriyor ve bir manzara görünüyor. Çöl gibi, okyanus gibi, dağlar ve buzullar gibi. Her yer aynı, her yer birbirinin tekrarı ve herkese bulaşmış. Yanlışlar kaybolmuyor, gelecekler boyu sürüyor.
Sokaklarda naylondan kalpler, benzeşen tiratlar, bezgin sezgiler ve sonrasını düşürmüş yarınların kahkahası. Yeryüzü ve gökyüzü bu yüzden her yerde bakışır. Gece de gündüz de dünyanındır ve dünyadadır. Heykeller bilir, resimler bilir, kimlere kendini baktırır, şairler bilir, yazarlar bilir, kimlere kendini tekrarlatır, şarkıcılar bilir kimin sesine kendini karıştırır. Oyunda, sinemada ve başka yerlerde insan yansıdığı kadardır, gerisi hayallerin tasarrufudur.
Kırılgan heyecanlar, üzgün adımlar, saldırgan hüzünler, sersem ihtiyaçlar götürüyor da götürüyor ihtimallerin ihtilaline; sonrası dünya kadar ve var olmak kadar sürer.
Sezgilerin bozgunu, sessizliğin bedeli bir kuyu başına götürür, kuyuda göğü görür, cenneti, çocukluğu, bozulan birçok şeyi ve çalkalanır sular. Ayna olmuş bakış, pusula olmuş bakış, her şeyden vazgeçiş gibi kendine bakakalır. Hem de insanın dünyaya baktığı gibi, baktığı yer kadar gibi.
Hayranlıkların hayaleti dolaşıyor dağlardan evlere, kentlerin caddelerine. Coşkusunu kaybedip de bulmuş olmanın heyecanı, gerilere gitmenin mecburiyeti, geleceğe bakmanın ehemmiyeti, getirecek bir şeyleri ama artık götürmeyecek. Teselli değildir, verdiklerimizdir. Verdikçe varolmanın ağırlığı ile yürümektir. Yürümek heybet ister.
Haftanın kitap önerisi: Ezno Traverso, Geçmişi Kullanma Kılavuzu-Tarih Bellek Politika / Çeviren Işık Ergüden, İletişim Yayınları