Türkiye’nin dört bir yanında yükselen her kolonun, her beton kalıbının içinde yalnızca çimento değil, yol parasını bile zar zor bir araya getiren işçilerin umutları, memleketten memlekete savrulan bedenleri ve çoğu zaman kimsenin duymadığı bir adalet çığlığı vardır. İnşaat işçisi bu ülkenin en görünmez göçmenidir; gurbetçi demezler ama gerçekte bir şantiyeden diğerine sürekli yer değiştiren bir hayat yaşarlar. Sırtında çantası, cebinde çoğu zaman sadece bir gidiş bileti, telefon çaldığı an toparlanıp yollara düşer. Bir gün Diyarbakır’da, ertesi gün İzmir’in bir köyünde, sonra İstanbul’da bir şantiyede… Ev yok, düzen yok, güvence yok.
Bütün yolculuk çoğu zaman bir telefon konuşmasıyla başlar: “Yarın gel, işe başlıyorsun, ücret şu.” İşçi de çaresizce inanır çünkü yaşamak için çalışması gerekir. Ama çoğu zaman iş yerine vardığında, ayaklarının tozu daha kurumadan duyduğu ilk cümle, bütün hayatını altüst etmeye yeter: “Ya o ücret değil, bu ücret. İstersen çalış, istemezsen kapı orada.” Yirmi dört saatlik yolun yorgunluğu bir yana, cebindeki son parayla aldığı bilet bile boşa gitmiş olur. Kimi işçi mecbur kalıp dayatılan ücrete razı olur, kimi gece yarısı çantasıyla sokakta kalır. Ne yol masrafı karşılanır ne sözleşme vardır ne de bir hak…
Bu tablo artık tesadüf değildir. Türkiye’de inşaat sektöründe yaşanan en büyük ama en görünmez krizlerden biridir. İş Kanunu’ndaki deneme süreci maddesi ise patron için adeta bir zırh, işçi için bir hak kaybına dönüşmüş durumdadır. İki ay boyunca işçi ne ihbar hakkı kazanır ne tazminat. Oysa inşaat işçiliği, ustalığın daha ilk saatten anlaşıldığı kadar somut bir iştir. Kim işini biliyor, kim bilmiyor zaten ilk günde belli olur. Vasıfsız işçi için bile deneme süreci diye bir kavram gerekmez; işi verirsin, yapıyorsa yapar, yapmıyorsa iş akdi feshedilir. Bu kadar basit.
Ama deneme süresi, milyonlarca işçinin ihbar hakkını elinden alır. Çünkü inşaatlarda ortalama çalışma süresi zaten 3–5 aydır ve iki ayı deneme süreci diye geçen bir işçi, çoğu zaman hakkı olan ihbar tazminatını hiç alamaz. Kayıtlı görünür ama hakları görünmez biçimde silinir.
Bu nedenle inşaat sektöründe bir işçi bir saat bile çalışsa, bir gün bile çalışsa, ihbar hakkı doğmalıdır. İşçiler kilometrelerce uzaktan çağrılıyorsa, yola borç harç çıkıyorsa, anlaşılan ücret işyerinde değiştirilip dayatma yapılıyorsa, o işçinin geliş-gidiş tüm masrafları işveren tarafından karşılanmalıdır. Bu yalnızca bir hukuki düzenleme değil, ahlaki ve vicdani bir zorunluluktur. Bir işçiyi çağırıp sonra kapı önüne koymak ekonomik şiddettir, psikolojik şiddettir. Çantasını alıp gece yarısı sokakta kalan işçinin yaşadığı travma “deneme süreci” kavramıyla açıklanamaz.
İnşaatlarda deneme süresi kaldırılmalı ya da en fazla bir hafta ile sınırlandırılmalıdır. Bir ustanın ustalığını anlamak için iki aya ihtiyaç yoktur; ama bir işçinin hakkı için birkaç saniyeden fazla beklemek bile fazladır. Çünkü mesele yalnızca bir ücret değil, bir insanın emeği, onuru ve hayatıdır.
Bugün Türkiye’nin yükselen binalarının gölgesinde bu görünmeyen hayatlar var. Bu gölgeler büyüdükçe hukukun ışığına duyulan ihtiyaç da artıyor. Eğer bu ülkenin duvarları sağlam olsun istiyorsak, önce bu ülkenin işçilerinin hakkı sağlam olmalıdır.









