Hüsranlara gebe sabahların içinde yeryüzüne selam ve kendinizle biraz kelam, sessizce ve başlıyor hayat. Güya dünyadasınız, dünyanın içindesiniz. Bir keşif, hem de kepaze bir keşif ile yüz yüze kalmanın esaretindesiniz. Bir anons geçiyor: Bir yerlerden bir yerlere geçiyorsunuz.
Eskiden kalma hikayelerin azat edemediği günlerin içinde, rüyaların alarmlarla bölündüğü günlerin cenderesinde, kalkıyorsunuz hayata. Evet, dünyalar değişiyor hayat değişmiyor, diye diye sürüklendiğiniz dışarı, sizi içine alıyor. Bir tabelada yazıyor, okuyorsunuz: İnsanlar bir yerlerden bir yerlere gidiyor.
Yolların götürdüğü, hem de idmanlı olduğu yollarda pusulasız götürdüğü rivayeti gerçek oluyor. Öyle bir gerçek ki içinden kaçamıyorsunuz. Heyhat, hayatta olduğunuzu sanıyorsunuz ama içindesiniz. Bir yol üstünde yazıyor: İnsanlar içten içe gidiyor.
Sakıncaların ve sakınmaların frekansları geçeceğiniz sokakları ve gireceğiniz kapıları gösteriyor. Herkes kendinden bir şeyler düşürerek düşlerinden uyanıyor. Başkasının düşünde gerçekten adres arıyorsunuz. Hayatlar kararıyor ve biz havanın kararmasını hüzünle seyrediyoruz. Bir dalga konuşuyor uçurumlarla: İnsanlar geldiği gibi dönemiyor.
Unutmalar çağındayız, her yer yangın yeri. Sürgünler ve sürdürenler hatırlıyor bazı yerleri, başka şeyleri. Kılavuz arıyoruz, ulak arıyoruz, az gidiyoruz, çok gidiyoruz. İnsan gitmekten yoruluyor bir gün. Yolun manzarası fısıldıyor: İnsanlar hatırladıklarını unutmak için konuşmuyor.
Görmek ve görünmek kaygısı hatta kavgası günleri günlere karıştırıyor. Öyle ki insanlar bazen yaşayacakları günlerden vazgeçiyor ve yaşamadan yaşıyor. Birbirine karışan günlerin içinde yürümeye ve yol bulmaya devam ediyoruz. Biri karşımız çıkıp el kol hareketleriyle diyor: İnsan karşılaşa karşılaşa insan oluyor.
Hayretler ve teşebbüsler girdabına uyanıyoruz bir gün sonra. Sonların ve sonraların uzmanı, nafile ve bakiyesiz. Müşterek hayatların müşkül insanları ve hatta ordusu gibi davranıyoruz hayata. Gittiğimiz her yer bizimdir, gitmediğimiz de diyerek yola revan oluyoruz. Bir an hatırlıyor içimizden biri: İnsanlar sonları hep merak eder.
Dağlar, harabeler, şehirler, denizler, köprüler, ormanlar, çöller geçiyoruz. Sırayla rüyalarda birbirimizi görüp kabuslarla uyanıyoruz. Biz zaten korkarak bir araya gelmiş, yan yana yürümüşüz. Eski bir anlaşma, eskimeyen bir savunma biçimi bu. İçimizden biri unuttuğu bir tembihi hatırlıyor: İnsanlarla yolda giderken dikkat edin.
Gittikçe girdik, içinden çıkamadık. Çıkmaz sokakları da gördük yol üstünde. Yeniden yollar bulduk, yeni yollar. Hafızaya sığındık, sanıldık, sayıldık, savrulduk, durduk, devamlar diledik. Gördüğümüz dünyayı görmek istediğimiz bir dünyada görmek için, yollara davrandık. Biri unutmak ve hatırlamak salıncağından atlayıp soru soruyor: Biz böyle nereye ve biz nereye böyle?
Dünyadan istifa etmiş kelimelere sığınıyoruz. Dünyadan kaçmış cevapların peşine de düşüyoruz. Zaten biz gitmeyi herkesten ve her şeyden gitmek sanarak pusulamıza haritalar göstermiştik. Yollar ve gitmeler ritmini kaybedince, boğulunca dünyada, dönmek içimizde bir ateş yakıyor. Biri ateşin üstünden atlayarak zılgıt çekiyor ve diyor; Devamke insanlar.
Haftanın kitap önerisi: Nick Montgomery-carla bergman, Neşeli Militanlık-Toksik Zamanlarda Direnişi Örmek / Çeviri: Gülnur Elçik, İletişim Yayınları