İnsan sinirleniyor ve sihirleniyor. Bir gülüş ve bir sırıtış arasındaki fark dünyaları birbirinden ayırıyor. Vahşi hayat, sıhhatli gelecek, hep bir çapraşık. İşte hayata şık geliyor, ışık hızıyla birbirini teğet geçen silüetler, cennetleri de cehennemleri de vaat ve vaaz ediyor.
İnsan sınırlanıyor ve sınanıyor. Sonları korkmadan kıyaslıyor. Her olasılık her şey demektir ve bu bilinen gerçek herkesin başına büyük bir beladır. Hayatı şimşekler parlatır, kumarlar çevirir, aynalar hileye başvurur. Hepimizin hayattan alacağı ve kaçacağı var, peşinde hep peşinde bir gelecek kovalıyoruz.
Yorulmanın eşiği de ağırlığı da hayal edilebilir ve hep ihlal edilir. Bir akış, bir varış, bir kalış, bir kahroluş ve bir mahvoluş, sakla sakla bir hayatı tepe tepe yaşıyoruz. Bizim kaçtığımız yerler haritalarda yok. Bizim kaçtığımız yerlerin haritası da yok. Kaybolmak şahanesi, hatırlamak bahanesi hayatın sahnesinden hiç inmiyor.
Sayıklamaların sabahları ve anılmaların akşamları birbirini tanımaktan aciz. Kim nereye yakışır ve yakıştırılır yarışı herkesi geride bıraktı. Karda bir adım, çölde bir adım, suya bir adım ve kendinden dışarıya bir adım. Geçitler, köprüler, kıyılar, dağlar, tarlalar, denizler ve alışkanlıklar insanı sürükler de sürükler.
Yaz yağmurlarının hasreti, ılık rüzgarların serseriliği, kışların zalimliği heveslerimize ve herkeslerimize bir mesafe biçti. Mevsimlerin haysiyeti insan biçer ve benzetir. Soluklarımız, karışan nefeslerimiz, canı sıkılan öksürüklerimiz, sersemlemiş ağrılarımız hep bir yerlerden sızmasının yollarını bulur. Kimine bulut, kimine unut.
Şefkat ile şiddetin çarpım tablosu herkesi bölüyor, çarpıyor, toplatıyor, eksiltiyor ve hesaplar; çarşılara, sokaklara, meydanlara, dört duvarlara, dağlara, mağaralara, çöllere, evlere uymuyor. Uykular, uyutmalar, umursamalar, unutmalar, umutlanmalar, uğurlanmalar takdim ediyor. Hayat tayin değil, tadilat değil, tehdit değil, bir teşebbüs ve ömür boyu sürüyor.
Biraz daha, bir iz daha, bir fişek daha, bir yol daha ve daha hangi sonların başlangıcında avuçlar açmak ve avuntular kovalamak. Biraz iteklenerek ve tekmelenerek yürüyen bir yelkovanın ağırlığı, biraz da eğilmek istemeyerek yürüyenlerin heyecanı; her şeyin birazından alınan hayatın gaddarlığı.
Kriminalize edilen hayaller, komik sanılan gerçekler, kovulan şenlikler, koyvermiş isyanlar ve insanlardır biraz da her şey. Bakmak ve görmek uçurumu, salkım saçak birileri, sonra kimileri ve kimseleri. Herkes herkesin bir çarpım tablosu, bir halk efsanesi ya da yaşamak fikri gibi netameli.
Bize bir işaret lazım, bir de hareket. Gidenlerin bıraktıkları ve gelenlerin getirdikleri bizi bir yere götürmeyecek. Herkes bir diğerini takip ediyor, tartıyor, biçiyor ve sonra unutuşa mahkum ediyor. İnsanın insanla imtihanı ve insanın insandan düşmesi çok eski bir hikaye ve bıkmadan yaşanıyor.
Cidddiyeti buharlaşan, kesik kesik ve yarım bırakılan, ardından boşluğa salınan her söz, bunalıp kaçar. Mevsimler değişir, aylar geçer ve başka bir yılın kapısına dayanır. Hayat öfkedir biraz; yenidendir, yenilgilere ve yanılgılara aldırmadan devam edendir.
Neler geçti ve kimler geçti ve ne getirip götürdü diye diye bir yağmur altında dolaşarak, dünyanın da döndüğünü bilerek yalnız olmadığını bilmek, belki de sanmaktır. Her şeyin bir sanrısı ve sarsıntısı varsa; sanmak da var, saymak da; bize gidecek, bize kalacak.
Haftanın kitap önerisi: Metin Kaçan, Fındık Sekiz / Everest Yayınları