Sırların altında yatan nedenlerin kuyusuna taşlar atılıyor. Sır bir sese, bir söze ve en son da bir siluete dönüşür diye bir umut yankılanıyor. İnsan nereden düştüğünü düşünür ve bulamaz bazen. Dağ mı taşı saklıyor, taş mı dağı büyütüyor, birbirine karışıyor. İnsan ve sayılar yer değiştirdiğinden beri, böyle dönüyor dünya.
Hikâyeler başladığı yerin uzağında hatta sürgününde son bulabilir, belki de hikâye orada yeniden yazılmaya başlanır. Biliriz ve yaşarız; her hikâyenin bir başı bir de sonu var ve hep birbirinin peşinden gider. İnsan ve hikâye zaman denen boşluğun sarkacında birbirini arıyor. Hayat uzun, dünya büyük, zaman çok diye diye geldiğimiz yerleri unuttuk.
İnsan zamanı hikâye edebiliyor. Hikâye zamanı insan edebiliyor. Zaman hikâyeyi insan edebiliyor. Her biri bir yol ve illa ki bir yerlerden ayrılıyor ve bazen de yolunu kaybedebiliyor. İnsan, zaman ve hikâye yollarda helak da olabiliyor. İnsan yola düşebilir, yol insandan düşebilir ve insanın kendisi yol olabilir.
Ummaktan korkan, umduğunu bulamayan ve umduğunda kaybolan insan, yeni yenilgilerin eşiğinde uçurumlara bakıyor, bir de doruklara. Bakmalar ve görmeler birbiri ile yarışırken ve birbirine karışırken ve birbirini saklarken, ayan beyan olanlara kim ayna olabilir artık? İnsan baktıkça gidiyor, gördükçe vazgeçiyor.
Duru suları bulandırdılar, sonra suya yazılanlar aktı ve suya kan karıştı. Birileri o sudan içti, birileri de o suya düştü. Velhasıl birileri giderken birileri de akmaya devam etti. Zaten her şeyin devamı var ve bu devamlar sonları çekiştirip başlangıçlara götürüyor.
Eski çarelere takat, yeni kaygılara derman vakti geldi. Bekliyorduk ve beklerken benziyorduk. Hayatın olağan akışı, olana yetişmiyor ve yerleşmiyor. Hazırlandık, hazmettik ve her şey hatıra oldu hiç unutmamak için. Kader gibi, keder gibi hem sardık hem de sarıldık.
Çıldırtan dengeler, çelişkili dertler, çevrilmeyen sözler bir uğultu gibi çarşılardan patikalara kadar gitti. Sözlere umut verildi, umuda da haklar bahşedildi. Vaazlar, vaatler ve nasihatler peş peşe insanı arkasından sürüklüyor. İnsan diziliyor, dili çözülüyor, diz çöküyor ama dizginlenemiyor.
Bahara hasret, kışlara haset yıllar ve yollar geçti. Kimler geldi ve bir daha hiç gitmedi diye saymaya başlasak, bildiğimiz her şeyi unuturuz. Akıbeti sorulara, yokluğu cevaplara hüsran bir gelecek; diyorlar ki gelecek ve geçmişi de beraberinde götürecek. İnanmak, inanmaktan caymak ve inmek her şeyden ve her yerden: Birileri kavuşacak, biriler de dağılacak.
Hayata bazı şoklar lazım, birtakım yoklar daha lazım. Karabasanlara güneş doğdu, tehditlerin gölgesi dağıldı, vahşetler mazide kaldı diye bir masal için büyüdük ve o masalın içinde dünyadan düştük. Biz biraz sonlara doğru yol aldık, sonralara yol açtık, soranlara uzakları gösterdik ve dedik: Bu uzaklara yakınlar şart, bu yakınlara da uzaklar hak.
Sandıklarımız ve sarıldıklarımız nerede kaldı diye bir soru, coğrafyalara bakıyor. Dünyanın sırları, sırların dünyası ve kod adı beklemek olan zamanın insanı beklerken bakacak ve duyduğuna kılavuz, gördüğüne ayna, hissettiğine sima olacak. Ertelediğimiz ne varsa ertesindeyiz artık ve erketedeyiz.
Haftanın kitap önerisi: Roger Van De Velde, Çatırdayan Kafatasları / Çeviren: Gül Özlen, Siren Yayınları