Herkes biliyor ki, eğer bugün ülkede görece bir sükunetten bahsediyor, savaş, çatışmadan değil de barış, uzlaşı, demokrasiden söz ediyorsak, bunu sağlayan ilk kişi Önder Apo’dur. Dolayısıyla, sürecin gelişimi, ilerlemesi için de bu gerçeği görmek, ona göre adım atmak gerekiyor
Ali Sinemilli
İktidar kanadında ayrı düşünceler var, AKP ayrı MHP ayrı düşünüyor, bu durum çözüme dair adım atmayı geciktiriyor tartışmaları içinde, Meclis’te toplanan komisyonda yaşananlar bir nevi kafalardaki soruları cevaplar nitelikte oldu. Güya savaştan, çatışmalı süreçten zarar gören, etkilenen kesimlerin dinleneceği oturumda söz alan Barış Annesi’nin diliyle konuşması engellendi. Konuşmanın tercümesi uygun bulunmadı ve bu durum kamuoyuna çok normal bir şey gibi gösterilmeye çalışıldı. Halbuki, hiç de normal bir durum yoktu.
Komisyon tam da vurgulandığı üzere, Kürtçe konuşan insanların dilinin yasaklanması, varlıklarının kabul edilmemesinin bir sonucu olarak toplanmıştı. Doğal olarak da ilk başta yapması gereken Kürdün dilini kabul etmesi, dolayısıyla varlığını kabul etmesiydi. Fakat komisyon bunu yapmadığı gibi, açıklamasıyla adeta kendi varlığını da tartışmalı hale getirdi. Rol ve misyonu ile ilgili yeni bir tartışmanın önünü açtı. Güya, toplumun bir kesimi Meclis’te Kürtçe konuşulmasından rahatsızlık duyacağı için böyle bir engelleme yapılmış. Meclis başkanının kendisini dahi inandıramadığı açıklaması bu yöndeydi.
Malum, DEM Partililerin bu müdahaleye dair tepkileri basına yansıdı, günlerdir de konuşuluyor. Fakat başında Özgür Özel’in bulunduğu, ‘Kürtler benim sorunum var dediği müddetçe Kürt sorunu vardır’ diyen CHP’den esaslı bir tepki gelmedi. Öyle anlaşılıyor ki, onlar da iktidar gibi düşünüyor ve yaşanan durumun vahametinden şikayetçi değil. Ne garip, konu Kürt ve Kürtçe olunca en karşıt gibi görünen uçlar bile buluşabiliyor.
İnanması zor ama, en az yüzyıllık Kürt sorununu çözmek için Meclis’te bir komisyon kuruluyor. Adında da ‘Kardeşlik ve Demokrasi’ ibareleri var. Fakat bu komisyonun Kürt tarafını temsilen gelen insanları kendi anadillerinde dinlemeye tahammülü yok. Hani denir ya, kelimeler anlamsız diye. Herhalde ırkçılığın boyutunu bu kadar sarih gösteren başka bir örnek yoktur.
Kuşkusuz, bütün bunlar İmralı’da devam eden süreçle doğrudan bağlantılı olarak gelişiyor, ondan bağımsız değil. Bilindiği üzere, Önder Apo ile bir ayı aşkın süredir herhangi bir görüşme yapılmıyor. Halbuki, konuşulanlara bakılırsa, şimdiye dek İmralı kapılarının tümüyle açık hale gelmesi, avukatların, gazetecilerin, siyasi parti- sivil toplum temsilcilerinin Ada’ya gidip gelmesi, var olan engellemelerin kaldırılması gerekiyordu. İşte, hala avukatlar yasal hakları olmasına rağmen Ada’ya gidemiyor. İki aydır gündemde olmasına rağmen DEM Parti heyetinin Ada’ya gidişi bir biçimde erteleniyor. Siyaset, sivil toplum cephesinden yoğun talepler dile gelmesine rağmen, Meclis’teki komisyonun gündemine bir türlü Kürt tarafının baş müzakereci olarak belirlediği Önder Apo ile görüşme girmiyor. Sözün özü, İmralı’daki tecrit devam ediyor. İktidar- devlet kanadı aksini iddia etse de pratikte eski yol ve yöntemlerde ısrar ediliyor.
Açık ki, Meclis’te konuşmalarına izin verilmeyen Barış Anneleri’ne dönük yaklaşım da İmralı Adası’nda hala tecrit altında tutulan Önder Apo’ya yaklaşım da aynı politikanın farklı biçimlerde tezahürü oluyor. Bu aklın sahiplerine göre zaten bir Kürt sorunu değil ‘terör’ sorunu var ve bunu da ‘asayiş-güvenlik’ perspektifinden yola çıkarak çözmek mümkün. Bundandır ki, sürecin adı çokça eleştirilmesine rağmen ‘Terörsüz Türkiye’ konuluyor. Bu konuda geri adım atma gerçekleşmiyor.
Tabii ki, günübirlik olarak meydanlardan, ekranlardan yapılan ‘Terörsüz Türkiye’ açıklamaları bir algı da oluşturuyor. Türk halkı süreci Kürt sorununun çözüldüğü, ülkenin demokrasi sorununa çarenin arandığı bir süreç olarak değil, iktidarın anlattığı biçimde ‘terörden kurtulma’ süreci olarak değerlendiriyor, böyle ele alıyor. Haliyle sürece yaklaşım da bu perspektiften oluyor. Toplum yaşanan sorunun çözümünde aktif bir özne haline gelmiyor, müdahil olmuyor. Çoğunlukla dışardan izleyen, gözleyen tutum bundan ileri geliyor.
Elbette, artık böyle devam etmek mümkün değildir. Silahların devreden çıkarıldığı, Kürt tarafının üzerine düşenleri fazlasıyla yerine getirerek, iktidara her türlü imkânı sunduğu bir aşamada, İmralı’nın kapılarının kapatılması ancak ve ancak süreci sabote etme girişimidir. Süreç karşıtlığıdır.
Nitekim, herkes biliyor ki, eğer bugün ülkede görece bir sükunetten bahsediyor, savaş, çatışmadan değil de barış, uzlaşı, demokrasiden söz ediyorsak, bunu sağlayan ilk kişi Önder Apo’dur. Dolayısıyla, sürecin gelişimi, ilerlemesi için de bu gerçeği görmek, ona göre adım atmak gerekiyor. Bir yandan toplumu milliyetçi hezeyanlar ile dolduruşa getirip öbür yandan da insanlarımız rahatsız oluyor diyerek Kürtçe konuşmanın önüne geçmek, yetmedi İmralı kapılarını kapatmak ne anlaşılırdır ne de inandırıcı.
Bir kez daha hatırlatmak gerekir ki, Kürt halkı politik bir halktır. Hakeza, Kürt demokrasi hareketi 50 yıllık deneyime sahiptir. Bu nedenle ‘ne yapılıyor, nasıl bir amaç güdülüyor’ konuları muğlak değildir. Mesela, Bakur’da barışçı görünüp Rojava’da savaş yürütmek ve bunu da saklamaya çalışmak bugünün dünyasında mümkün değildir. Eski yol ve yöntemlere başvurur, Kürtleri baskılar, psikolojik- özel savaş oyunlarıyla kendi çizgime getiririm deniliyorsa, bunun sonu hüsran olur. Bu siyaset döner sahibini vurur.
Dolayısıyla, bütün bunları görmek, aynı tartışmaların içine girmemek, aynı badirelerle yüz yüze gelmemek için, İmralı kapılarını sonuna kadar açmak, Önder Apo’nun tarihi çözüm perspektifinin tüm topluma ulaşmasını sağlamak şart oluyor.