Kürtlere yönelik ırkçılığı simgeleyen “yapışık kaşlı, uzun burunlu, tas kafa traşlı” karikatür figürü, tam da Foucault ve Fanon’un anlattığı gibi kimlik inşası amacıyla bilinçli olarak oluşturulmuş ve yaygınlaştırılmış bir figürdür. Bu karikatür sadece hakaret değil, ideolojik bir operasyon aracıdır.
Vedat Çağırtekin*
Son yıllarda Türkiye’de sosyal medya platformlarında Kürtlere yönelik ırkçılık, yeni nesil ifadelerle birlikte dijitalleşmiş bir tehdit halini aldı. “Tas kafa”, “hırt”, “dağdan inme”, “malum ırk” gibi etnik göndermelerle yürütülen bu nefret dili, sessiz ama derin, görünmeyen ama hissedilen, sistematik ama sıradanlaştırılmış bir nitelik taşımaktadır.
Kürtlere yönelik nefret söylemleri, sosyal medyada her platformda yaygınlaştı. Sokak röportajlarından adli haberlere, popüler dava paylaşımlarına kadar birçok gönderinin altında bu tür yorumlara rastlamak olağanlaştı. Bu bağlamda, son zamanlarda çeşitli sosyal medya platformlarında yaygınlaşan, “yapışık kaşlı, uzun burunlu, tas kafa tıraşlı” bir karikatür figürü, Kürtlere yönelik dijital nefretin sembollerinden biri haline geldi.
Toplumun bir kesiminin karikatürize edilmesinin tarihteki örneklerine rastlamak mümkündür. Nazi Almanya’sında Yahudiler; uzun burunlu, kambur, kaşları birleşik, karanlık giyimli, sinsi bakışlı kişiler olarak karikatürize edilirdi. Yine ABD’de Afrikalı Amerikalılar; kalın dudaklı, geniş burunlu, aptal bakışlı olarak çiziliyordu. Nazilerin Yahudileri, beyaz Amerikalıların siyahileri karikatürize ederek aşağılamaya ve ötekileştirmeye çalışmasının bir benzeri bugün Kürtlere yapılmaya çalışılmaktadır.
Sosyal medyadaki ırkçılığın, sosyal hayattaki ırkçılığın yansıması olduğu düşünülmemelidir. Bu tür ırkçılık, sistematik olarak egemen çevrelerce oluşturulmuş ve sosyal medya aracılığıyla topluma entegre edilmeye çalışılan bir projenin ürünüdür. Bu açıdan Michel Foucault’un biyopolitika kavramından ve Frantz Fanon’un ırkçılığa yaklaşımlarından faydalanarak sosyal medyada tırmanan Kürt ırkçılığını çözümlemeye çalışmak yerinde olacaktır.
Foucault, iktidarın canlı bedenler ve topluluklar üzerinde yaşamı yönetme biçimini “biyopolitika” olarak tanımlar. Devletler nüfusu, sağlığı, hastalıkları, ırkları ve davranışları söylemler ve kurumlar aracılığıyla düzenler. Benzer şekilde Fanon da ırkçılığı bireysel önyargı değil; sömürge, güç ve kimlik inşası süreci olarak görür. Irkçılık; kurumlar, ideolojiler ve toplumsal yapılar içinde üretilir.
Kürtlere yönelik ırkçılığı simgeleyen “yapışık kaşlı, uzun burunlu, tas kafa traşlı” karikatür figürü, tam da Foucault ve Fanon’un anlattığı gibi kimlik inşası amacıyla bilinçli olarak oluşturulmuş ve yaygınlaştırılmış bir figürdür. Bu karikatür sadece hakaret değil, ideolojik bir operasyon aracıdır. Üstelik bu figürde kullanılan öğeler, tarihsel olarak egemen söylemlerden beslenmektedir. Yani “uzun burun”, “tas kafa”, “yapışık kaş” gibi fiziksel betimlemeler, modern anti-Kürt söylemler içinde uzun süredir dolaşan önyargıların ifadeleridir. Bir halkın yüzü, “zorbalık, ilkellik, cehalet” imgeleriyle çizilmektedir. Bu da toplumsal bilince bir “Kürt imajı” olarak yerleşmektedir.
Sosyal medya algoritmaları, mizah, karikatür ve sembolleri öne çıkararak bu tür içeriklerin hızla yayılmasına olanak tanır. Bu karikatür figürü de “viral potansiyel” taşıyan bir içerik olarak tasarlanmıştır. Forumlar, Telegram grupları, siyaset odaklı yorumlar gibi mecralarda yaygın şekilde paylaşılmaktadır. Görsel-etiketleme yöntemiyle “Kürt kimliği eşittir bu karikatür kişisi” gibi özet bir sembole dönüştürülmektedir. Bu figür, yalnızca rastgele değil, stratejik olarak bu tür içeriklerin altına yerleştirilmektedir.
Kürtlere yönelik ırkçılığı besleyen pek çok paylaşımda Kürtlere ve Kürt kimliğine ağır hakaretler edilmektedir. Ancak buradaki tek amacın Kürtlere hakaret etmek olduğu düşünülmemelidir. Burada asıl amaç; Kürt eşittir kaba saba, ilkel, suça meyilli, çirkin gibi bir denklem oluşturarak Kürt kimliğinin sahiplenilmesini imkânsız hale getirmektir. Kürt halkının kendi değerlerini ve kimliğini sahiplenmesinin önüne geçerek kültürlerini ve kimliklerini reddetmelerini, Kürt olmayan vatandaşlarda da Kürtlere karşı önyargı oluşturarak Kürtlerden ve Kürtlükten uzak durmalarını hedeflemektedir. Böylece içinde Kürtlüğe dair hiçbir şey barındırmayan bir toplum yaratılmaya çalışılmaktadır.
Eşit yurttaşlık ve demokratik değerlerin tartışıldığı bir dönemde bu nefretin dijital mecralarda bu denli artması kabul edilemez. Türk Ceza Kanunu’nun 122. maddesi, nefret ve ayrımcılık suçlarını cezalandırabilir kılsa da, bu suçlara karşı etkin soruşturmalar yapılmamakta, failler sıklıkla cezasız kalmaktadır. Bu cezasızlık, dijital ırkçılığın pervasızlaşmasına neden olmaktadır.
Unutulmamalıdır ki dijital dünyada şekillenen algılar, toplumsal gerçekliğin inşasında büyük rol oynamaktadır. Bugün sosyal medyada sıradan görünen bir karikatür, yarın bir bireyin kimliğiyle ilgili utanç duymasına, bir başka bireyin ise başkasına yönelik nefret eylemini normalleştirmesine neden olabilir. Eğer demokratik, eşitlikçi ve çoğulcu bir toplum hedefleniyorsa; bu hedef, yalnızca yasal ve Anayasal ilkelerle değil, dijital kültürde de kendine yer bulmalıdır. Bu da dijital nefrete karşı örgütlü, sistematik.
*ÖHD üyesi avukat