Bir festival biter ama bıraktığı iz toplumsal hafızadan silinmez. Güneşin doğusundan yükselen o buluşma, yalnızca bir etkinlik değil; erkek egemen sistemin karanlığına karşı kurulan kolektif bir direniştir. Kadınların yan yana gelişi, görünmeyen emeğin, bastırılan sesin ve gasp edilen kültürün yeniden doğuşudur
Günay Yakut
Güneş, sabahın erken saatlerinde ağaçların arasından süzülürken kadınlar; renkleri, sesleri ve gülüşleriyle yeni bir festival alanını dönüştürmeye geliyordu. Her birinin gözleri, güneşten aldığı ışığın sıcaklığıyla parlıyordu. Meydan, kadının eliyle, aklıyla ve dokunuşuyla değişiyordu. Birlikte dönüştüren, değiştiren kadınların kahkahalarına sararmış yapraklar eşlik ediyor, rüzgârın naif dokunuşuyla etrafa yayılıyordu.
Kadın Emek Buluşması ve Kültür Festivali’nin yapıldığı alan, sıradan bir meydan olmaktan çıkıyor, bir hikâyeye dönüşüyordu. Her köşesinde kadının eli, her renginde bir kadın sesi vardı. Mekân dönüşüyor, bu dönüşüm aynı zamanda “alanın yeniden inşası” anlamına geliyordu. Çünkü kadınlar yalnızca katılmıyor yeni bir yaşamı kuruyorlar. Erkek egemen kültürün kadınlara biçtiği sınırların dışına taşmış, kendi mekânlarını yaratmışlardı. Hannah Arendt’in kamusal alan vurgusunu hatırlatır biçimde, kadınlar görünürlük kazanarak siyasallaşıyordu. Artık bu alan, erkek egemen iktidarın gölgesinde bir yer değil; kadınların kolektif özne olarak var olduğu bir komünal yaşam sahnesiydi.
Görünmeyen emekten kolektif üretime
Kapitalist modernitenin, kadın emeğini görünmez kılarak kültürü de piyasanın hizmetine sunduğunu biliyoruz. Tarih boyunca kadınlar üretti, yaşattı ve dönüştürdü; ancak emekleri sistematik biçimde ev içine, görünmezliğe ve karşılıksızlığa hapsedildi. Bu nedenle kadınların üretimle, kültürle ve kolektif ruhla buluştuğu her alan sadece bir etkinlik değil; aynı zamanda iktidar ilişkilerinin sorgulandığı bir toplumsal yeniden kuruluş mekânıdır.
Kadın Emek Buluşması ve Kültür Festivali, bu anlamda erkek egemen sistemin kadını eve kapatan, üretkenliğini değersizleştiren ve kültürel varlığını marjinalleştiren yapısına karşı alternatif bir toplumsal yaşam modelinin küçük bir örneğini sunmaktadır. Kadınlar burada yalnızca ürettiklerini sergilemez; aynı zamanda yeni bir üretim biçiminin, bir arada yaşamanın ve dayanışmanın mümkün olduğunu gösterir. Bu alanlar, kadının özne olduğu yeniden doğuş mekânlarıdır. Çünkü kadın, doğayla ve toplumla kurduğu özgür ilişkiyi merkeze alır. Bu festival, bilginin, emeğin ve kültürün yeniden kadın eliyle örgütlendiğinin bir göstergesidir.
Kadın emeği uzun yıllar boyunca “doğal” ve “karşılıksız” olarak tanımlanarak ekonomik sistemin dışında bırakılmıştır. Oysa bu festival, kadın emeğini hem görünür hem de değerli kılmaktadır. Birlikte üreten kadınlar, ürünlerini satarak ekonomik bir dayanışma ağı oluşturmaktadır. Bu, kapitalist sistemin bireysel rekabet anlayışına karşı kolektif bir dayanışma ekonomisidir.
Kadın üretimi sadece bir geçim biçimi değil, aynı zamanda bir yaşam biçimidir. Kadın Emek Buluşması ve Kültür Festivalleri bu felsefeyi somutlaştırmaktadır. Birlikte üreten, paylaşan ve dayanışan kadınlar, ekonominin en derin yerinden toplumu yeniden kurmaktadır. Burada kadın emeği yeniden değer kazanır; ancak bu değer, piyasa ilişkileri içinde değil, dayanışma temelli komünal bir ekonomide ortaya çıkar. Kadınlar ürünlerini satarken kâr amacı gütmez; birbirlerinin üretimini destekler ve paylaşımı esas alırlar. Kadınlar bu alanda üretim araçlarını, mekânı ve zamanı yeniden tanımlar. Üretim süreci, yabancılaşmış emeğin değil; özneleşmiş emeğin alanına dönüşür.
Kadın kültürü olarak yaşamın estetiği
Kültür, toplumların gelişim süreci içerisinde yaşamsal etkileşimleri sonucunda ürettikleri değerlerin bütünüdür. Kültür tarih içinde oluşur. Kadın kültürü, yaşamı taşıyan ve yaşatan güçtür. Giyimden kuşama, ahlak anlayışlarından gelenek ve göreneklere kadar birçok unsur kadın kimliğinde temsilini bulur. Ancak modernitenin kültür tanımı, erkek merkezli bilgi biçimleriyle sınırlanmıştır. Kadınlar kültürün taşıyıcısı değil, çoğu zaman onun süsü olarak konumlandırılmıştır.
Oysa biz kültürü, kadın bilinciyle yeniden tanımlıyoruz. Kültür; doğayla, yaşamla ve üretimle kurulan ilişkinin etik-estetik biçimidir. Kadınların düzenlediği kültür festivalleri yalnızca bir “etkinlik” değil, bir direniş biçimidir. Kadınlar müzikle, halayla, hikâyeyle, el emeğiyle sadece üretmez; geçmişin ve bugünün bilgisini birleştirir. Bu aynı zamanda bir “hafıza eylemi”dir.
Bu bağlamda festivallerdeki her atölye, her şarkı ve her dayanışma anı bir kültürel-politik bildiridir. Kadınların kültür üretimi; ulus-devletin tek tip kimlik dayatmasına ve kapitalizmin metalaştırıcı kültür endüstrisine karşı özerk bir anlam üretimidir. Kültür, kadınların yaşam bilgeliğiyle görünür olduğu politik bir dayanışma mekânıdır.
Kadın Emek Buluşması ve Kültür Festivali’nin en güçlü yönlerinden biri, “dayanışma ekonomisi” fikrini somutlaştırmasıdır. Kapitalist ekonomi bireyselliği, rekabeti ve kârı yüceltirken; kadınlar burada birlikte üretim ve paylaşım üzerinden yeni bir ekonomik etik inşa ederler. Bu etik yalnızca üretim biçiminde değil, toplumsal ilişkilerde de görünürdür. Kadınlar ortak üretim alanları oluştururken hem dayanışır hem de toplumsal dönüşüm yaratırlar.
Kadın Emek Buluşması ve Kültür Festivalleri sadece kültürel etkinlikler değil, aynı zamanda bilgi üretim alanlarıdır. Kadınlar deneyimlerini, üretim tekniklerini ve hikâyelerini paylaşarak bilgi üretir. Bu, klasik akademik bilgi biçimlerinin dışında; yaşam temelli, pratik bir bilgidir. Festivalde kadınlar, doğa dostu üretim yöntemlerinden toplumsal cinsiyet eşitliğine kadar pek çok konuda paylaşım yapar. Böylece kadınlar arasında bir özbilinç dolaşımı oluşur ve “kadın bilinci” kolektif bir ruha dönüşür.
Abdullah Öcalan’ın çözümlemelerinde ifade ettiği demokratik modernite kavramı da bu zeminde anlam kazanır. Kadın emeği ve kültürü; devlet-dışı, hiyerarşi-dışı, kapitalizm karşıtı bir toplum modelinin çekirdeğini oluşturur.
Kadınların bu buluşmalarda üstlendikleri roller, özneleşme süreçlerinin bir yansımasıdır. Erkek egemen kültür, kadını “nesne” konumuna iter; onun üretimini, sözünü ve bedenini sürekli denetler. Ancak kadınların kamusal alanda birlikte var olmaları, bu denetim mekanizmasını kırar. Kadın Emek Buluşması’nda kadınlar hem üretici, hem sanatçı, hem de siyasal özne olarak yer alır. Bu bağlamda festivalin politik mesajı nettir: Kadınların özgürleşmesi yalnızca kadınların değil, tüm toplumun özgürleşmesidir. Çünkü kadın özgürlüğü; toplumun doğayla, ekonomiyle ve kültürle kurduğu ilişkinin de özgürleşmesi anlamına gelir.
Kadın Emek Buluşması ve Kültür Festivali, günümüz toplumunda bastırılan, görünmezleştirilen ve marjinalleştirilen kadın emeğinin, kültürünün ve bilgisinin yeniden kamusallaştırıldığı bir alan olarak büyük önem taşır. Bu etkinlikler, neoliberal politikaların kadın emeğini ucuz iş gücü olarak sömürmesine ve kültür endüstrisinin kadın kimliğini metalaştırmasına karşı yaşama dair bir alternatif sunar.
Kadın Emek Buluşması ve Kültür Festivalleri, kadınların “yaşamı yeniden kurma iradesinin” toplumsal formudur. Kadın emeği sadece üretimi değil; ilişkileri, mekânı, kültürü ve zamanı da dönüştürür. Bu dönüşüm, erkek egemen sistemin köklü kalelerini sarsar: aile, devlet, piyasa.
Kadınların bir araya geldiği her alan, özgür bir yaşamın provasına dönüşür. Mekânın, sesin, rengin ve dayanışmanın birleştiği yerde kadınlar sadece kutlama yapmaz; aynı zamanda yeni bir toplumu kurarlar. Kadınlar evlerine dönerken artık eskisi gibi değildir. Ellerinde yalnızca ürettikleri şeyler değil, paylaştıkları bir bilinç vardır. Kadın dayanışması; kültürle, emekle ve sevgiyle örülmüş bir özgürlük yoludur.
Ve biliyoruz ki kadın özgürleşmeden toplum özgürleşmez. Belki de bu yüzden her kadın festivali yalnızca bir buluşma değil, bir yeniden doğuştur. Kadın emeğiyle, kültürüyle ve bilgisiyle yaşam yeniden kurulmaktadır.
Bir festival biter ama bıraktığı iz toplumsal hafızadan silinmez. Güneşin doğusundan yükselen o buluşma, yalnızca bir etkinlik değil; erkek egemen sistemin karanlığına karşı kurulan kolektif bir direniştir. Kadınların yan yana gelişi, görünmeyen emeğin, bastırılan sesin ve gasp edilen kültürün yeniden doğuşudur. Güneş başka ufukları aydınlatmaya giderken, meydanlarda yankılanan “Jin, Jiyan, Azadî” sözü yalnızca bir slogan değil, yaşamın kendisidir. Kadınlar sırtlarını güneşe, yüzlerini birbirine dönerek yeni yaşamı örmeye devam eder; çünkü özgürlük, onların ellerinde ve emekleriyle yeniden biçim bulur.