Her halükârda bir kapının önüne dizdiler bizi. Hangi kabahat olursa olsun kaldık yürümek istediğimiz yerlerin bir yerinde. Sonların muhteşemliği, başlangıçların serseriliği, gidip gelmeler, gidip de dönmemeler ve birbirine dolanan günler, aylar ve yıllar. Yani zamanın mekânı ve mekânların zamandan tahliyesi.
Aykırı sanılan ne varsa, sıradanlığın rüzgarında savruldu. Boşluk dediğimiz neresi kaldıysa, bize oyuklar vaat etti. Gitti denilen kim varsa, gölgeler bıraktı. Yapmak ve yaşamak arasında bir salıncak, insanı kendinden hep uzağa sürgün ediyor. İnsan bir yerden bir yere giderken değişebiliyor.
Sırları dökülmüş masallar, oyulmaktan cılız kalmış efsanevi dağlar, çöle dönmüş manzarası dillere destan yerler, buralardan göçmüş dünyaya derman olmuş insanlar ve birikmiş çağların çürüttüğü çağımız. Biz bizeyiz ve yine her şeyin cahili, cehennemi burada var edeni ve güzelliklere çirkin bakanıyız. Dünya dönüyor, her şey değişiyor, insan tekrar ve taklitte asılı kalıyor.
Dimdik tepeler, sırasına hürmet eden dağlar silsilesi, denizlere kardeş gibi bakan okyanuslar, patikasına bakıp mutlu olan mağaralar, beklediğine kavuşan insanlar. Yaşam akışı, imajların aurası, pasajlar ve çıkmaz sokaklar. Dünyada ne kaldıysa bir diğerine ya fazla ya yabancı; insan da dahildir.
Kahreden on yıllar enkazlar ve cinnetler bıraktı. Travmaların bakacağı tramvayların rayları kayboldu. Unutmamak ve unutturmamak ısrarı, hatırlamak ve hatırlatmak isyanı birçok çekmeceyi karıştırır, öfkeye bir yol açar. Biz her bir şeyi hatırlayarak, çoğu şeyi de unutmayarak burada bu kadar kaldık.
Sezgilerin kılavuzluğu, minör yalnızlıklar, insanın karşılaştığı tenha duvarlar; hep bir şeylerin yolunu gözletiyor. Bekleme ve bakma yerleri, bakarken bekleme ve beklerken bakma durakları. Bazı haritalar sadece aynı yeri terk etmemek demektir. İnsanın kalpli pusulası da bir haritadır, asla sınır tanımaz.
Küstah mimikler, sıcak gülüşler, uzak hayaller, görülmeyen rüyalar peş peşe kuyular açıyor insanın yüreğinde. Bir adım bir uçurum, bir adım bir umut, bir adım bir basamak. Yerinde duramayan ve yerini bulamayan rollerin hengamesinde insan en fazla kendi yamacına tırmanır, kendi gölünde de boğulur. Suyu içen, ateşte ısınan insan her şeyle sınanır.
Birbirini bekleyen kelimeler, noktasını arayan cümleler, tarihi zamana karışan mektuplar çevremizde ve biz bambaşka bir çemberde. Dünya içinde dünyada dikkatlerden kaçan, kaygılara kapılan, saydıkça sayı olduğunu ıskalayan ve bir gül ağacı diken. Hayatın hata payı var, insanın hata payı var; insan yaşamanın kuşatmasında.
Değişen dümenler, rengi solmuş efkarlar, üzerine toprak atılmış tutkular ve bekleyen günler. Bir zaman gelecek diye diye devirdiğimiz yıllar, bizi bekliyor. Yüz yüze gelmenin kıymeti, göz göze gelmenin mucizesi, götürecek bazı rüzgârları. Sonra da belki denildiği gibi; rüzgâr bizi sürükleyecek.
Şaşırtan gerçekler lazım bize. Bir yere yetişmeyen ama yerini bulan. Hayran kaldığımız, tarif edebildiğimiz, beklediğimiz ve gerçekleşecek merakı. Vazgeçtiklerimiz ve vazgeçemediklerimiz sırası düğüm değil, uzayan bir yol ama bir yol gösterecek.
Geçmişten gelen sorular var, gelecekten beklenen cevaplar var. Etrafında dolanıyoruz, dünya gibi.
Haftanın kitap önerisi: Cabir Özyıldız, Eski Zaman Türküsü / Vacilando Kitap