Üzülmüş bir gün, sonraki güne başlıyor. Aslında başlamaya teşebbüs ediyor, başlamak bir sonu hançerlemiştir. Bunu da her şeye rağmen biliyor. Sonra gün doğuyor. Gün bir sonraki üzüntünün hamalı oluyor. Zaman bunun farkında değil. Belki de zaman böyle geçiyor. Sıradan ve birbirine benzeyerek. Formül rotadan çıkmamak, parola hep hazır olmak.
Düşünüyorum beş bin yıl önceki fırıldaklıkları; bugün her sokak başında ya da dünyanın herhangi bir yedi harikasında, aynı numara, benzeyen yaşam, benzetilen devrim, birbirine hasret yağmur damlaları. Dünyanın en güzel devrimidir; aynı yağmurda ıslanmak. Yeryüzünün en güzel başkaldırısıdır aynı umutla her şeyi devirmek. Yaşamın en güzel rövanşıdır aynı yangında yanıp kül olmak.
Tasavvuf, kurban, uğur ve ret. Hepsi aynı kulvarın yarış atı. Bir ilan, bir reklam, bir sır gösteriyor yolları. Herkesin tasası ve cezası ardından sürükleniyor. Hâlimize bir ağıt, ahvalimize bir dans, varlığımıza bir koro, yapacaklarımıza bir serenat arıyoruz. Yaşamak bir bulmak çemberinde dolaşıyor.
Kaybettiklerimize destan, kazanacaklarımıza vokal ararken, baş başa kaldık. Kaybettiğimiz zaferleri görecek bir bakış yok. Zaferin gözü kaybolmuş. Aslında başlarken yitirdiklerimizi arıyorduk. Yitirdiklerimizin yerini arıyorduk. Sonra bir tekrar, sonra bir cazibe, sonra bir evelallah. Cesaretler çağında korkana hayat kalmadı.
Bilinir ve görülür ama asla bahis edilmez suçlar, sıradanlaşan cezalar ve öldüren iyilikler. Peşi sıra sürükler kötülüğü, iyi niyet pelerini örter her yerde. Krizden yangına, depremden strese bir müsebbip oldu da adını koyanlar unutuldu. Adını yazanların adı bile unutuldu.
Bilmediğimiz dilde üzünç, görmediğimiz yerlerde kahır, kovalıyor. Dönen dünyaya bakılırsa, her şey peşi sıra geliyor. Her an bir diğerinin ardında. Pusulalar, haritalar, kıtalar, sınırlar ya da en barizi tabelalar; herkes dönen dünyanın içinde. Oysa yön de bir pusuydu bir zamanlar, anlarımızı derdest eder durur.
Kuruyan bir göl gibi kaldık. Canını kaybetmiş bir kimlik olduk. Metamorfoz kendinden utandı. Modern hayat vuku buldu da barbarlar elbise değiştirdi. Neydik ve neredeydik? Ağıtlar ve tiyatrolar bulduk; çünkü göstermek lazım acıyı. Öğretmeye zaman ve mekân yok. Zaten biz kaybolduğumuz yeri unuttuğumuz için kayıp sanıldık.
Haysiyetin önüne geçen ne çok şey var. Kaygısını yitirmiş bir hüzün gerekiyor bazı günler için. Kederinden vazgeçmiş bir sevinç savurmak bir ihtiyaçtan sanılıyor. Çarelerine uzak kalmış sorunlar, cevapların zahmetinden yılmış sorular; üst üste getiriyor her şeyi. Altta kalanın hatırı kalmasın.
Üstünkörü yazılmış bir dua, anlamından soğumuş hislerin yokluğu var burada. Yabancılaşan ve sürgün düşen bir kalabalık, vahşetin gösterisinde şahit. Herkes gördüyse, herkes bildiyse, herkes duyduysa; suç bir sahipsiz, kapısız bir ev gibi.
Durduğumuz yerden bıraktığımız yerlere yürümeliyiz. İsyan çağının şafağındayız belki de, bir de alacakaranlığı var örgütlü kötülüğün. Barbarın vaadine kananlar, serüvencilerin çağrısına kulak verenler. Ya bir yol açılmıştır hep ya da bir yol bulunmuştur.
Haftanın kitap önerisi: Muriel Spark, Sürücü Koltuğu / Çeviren: Nihal Yeniobalı, Siren Yayınları