Japonların yaşayan birçok geleneği var. Bunlardan biri de “Kintsugi”…
Kintsugi geleneği, kırılan bir kâseyi atmak yerine, onu onarmayı önerir.
Bu birleştirme, onarma işlemi de genelde altınla yapılıyor.
Atmak yerine onarma fikrinin birden çok nedeni var.
Birincisi, bu felsefede amaç kırığı gizlemek değil; tam tersine, onu vurgulamaktır. Böylece eksiklik görülen şeyi hikâyenin bir parçası yapma vardır. Her kesik, her kırık hikâyenin özüdür. Onarma, o kesikleri ve kırıkları, çizgiler boyunca görünür kılar.
İkincisi, kırılan yerleri altınla doldurma, eskisinden daha güzel bir görünüm vermek için seçilir.
Üçüncüsü, toplumsal manada da bir toplumun kendini yeniden inşasına atıf yapar.
Kintsugi, ayrıca yaşamdan süzülen bazı kabullere de dayanır.
Mesela kırık, kırılma hayatın içindedir, onun bir parçasıdır. Onu saklamak yerine onu onarmak ondan öğrenmek de demektir. Dolaysıyla bu felsefe bir yaşam etiğidir de. Çünkü eksiklikleri kabul etme vardır. Eksikliklerle, kırıklarla yaşamak ve onları dönüştürme istenci, daha da güçlenme talebidir.
Bu felsefenin bize öğrettiği ilk ders kabul etmektir.
İkincisi; onarmak, gizlemekten daha cesurdur.
Onarmak, kırık dökük olanı atmaktan, yok saymaktan daha cesurdur.
Üçüncüsü, onarma işlemi, kusursuz bir arayışın değil, geçmişin kesik hatıralarını da sahiplenen ve ileriye adım atan, kalıcı bir arayışın peşindedir.
Açıkçası Türkiye’de “cumhuriyet” mefhumu da kırık bir kâseye benziyor. Bu kâsenin içinde nice badirelere maruz kalmış kimlikler, inançlar, kültürler ve değerler var. Bugün imtiyazlı bir grup dışında kimse kâse içinde yer bulamıyor. Malumdur, cumhuriyet eşitlik ve özgürlük vaatleriyle kuruldu; ancak zaman içinde tersi oldu. Tarihsel travmalar, katliamlar, dışlanmışlıklar, adaletsizlikler ve demokrasinin yerle yeksan edildiği dönemler, bu kâseyi de yerle bir etti. Sert bir zemine çarpıp yüzlerce parçaya dağıttı.
Bundan ötürü 1920’lerden günümüze gerçek bir cumhuriyet olamadı. Tüm toplumun taleplerine derman olamadı, kâğıt üstünde kaldı. Adaleti çiziklerle, demokrasisi kırılmalarla ve şiddeti günlerle dolu…
Cumhuriyeti ortak bir ev, çatı olarak görenler bugün de dışlanmaya devam ediyor.
Kürtlerin hikayesi de biraz böyledir.
Cumhuriyetin bugüne uzanan hikayesi dediğim gibi yaralarla bezeli. Birçok gerçeği paramparça. Bu anlamda cumhuriyeti demokratikleştirmek, demokratik cumhuriyeti inşa etmek ve demokrasiye duyarlı kılmak çok kritik bir talep.
Cumhuriyet de kırık bir kâse dedim, bu benzetme ile devam edelim.
Peki, bu kâseyi de onarmak mümkün mü?
Daha doğrusu yeniden kurmak mı yoksa onarmak mı daha mümkün?
Şüphesiz onarmak…
Fakat bir ulus, kırık bir kâseyi, bir vazoyu onarmak için önce parçalarını eline almalıdır.
Yani kırılan parçaları görmeli ve kırıldığını kabul etmelidir.
Kırılmayan ya da kırıldığı görüldüğü halde inkâr edilen bir şeyi onaramazsın.
Kintsugi’den ilhamla, altın dolgu lazım bize. Nedir bu? Adalettir, eşit yurttaşlıktır, çoğulculuktur ve ortak hafızadır. Bu başlıklar kırılan yerleri onarmak için araya serpiştirilen altınla aynı işlevi görür, çünkü altın değerindedir her bir başlık. O derece kıymetlidir.
Devam eden süreçte kırılan yerleri birleştirdikten sonra hukuk, medya ve yargının bağımsız olduğu, işlerin şeffaf yürüdüğü bir cilalama gelir. (vazo onarım işlemindeki gibi)
Bu süreçte kurulacak her diyalog, müzakere ve sivil toplum çerçevesi bir ustanın sabrına eşdeğerdir.
Onarılan kâsede çatlaklar görünürdür, kırılan yerler bellidir. Amaç da zaten o kısmı görünür kılmak demiştim en başta. İşte bu geçmişle yüzleşmeye denk gelir.
Kintsugi’de kâse fırına verilir, ısı işlemi uygulanır. Demokratik süreç ve adımlar, toplumsal düzenlemeler tam da bu ısı işlemi gibidir, ona sağlamlık verir.
Tüm bunlardan sonra zaten toplumsal sözleşme doğmuş oluyor.
Tekrarlarsam; kabul, yüzleşme, onarma ve bunu birlikte sahiplenme; cumhuriyetin de kâse misali varlık ve anlam kazanması demektir. Cumhuriyeti onarım etiği bunlardan geçer.
Cumhuriyetin onarılmaya ihtiyacı var. Çatlaklarına ve kesiklerine iyi gelecek bir demokratik süreç gereklidir. İnkâr asla çözüm olmadı, olmayacak. Çatlakları ve hakikatleri saklayamaya gerek yok… Çünkü onarmak, gizlemekten daha cesur bir eylemdir.
Onarma işleminin de kendine has riskleri var elbette.
Bunları göz ardı eden bir yerden seslenmiyorum.
Mesela kutuplaşan bir dil, kırıkları derinleştirir; suçlamalar, yüzleşmeyi engeller; hukuk dışına çıkmak veya diyalogdan kaçmak onarımı imkânsız kılar.
Toparlarsak;
Kintsugi’nin en güzel yanı, onarılmış eserin özgün halinden daha değerli hale gelmesidir.
Kintsugi bir dönüşümdür. Bunu cumhuriyete uyarladığımızda yaşadığımız travmaları unutmak değil, onlardan ders çıkarmak; hatalarımızı inkâr etmek değil, tekrarını engelleyecek güvenceler yaratmak; birbirimizi suçlamak değil, birlikte çözüm üretmek bu dönüşümün anahtarlarıdır.
Cumhuriyeti onarmak, demokratikleştirmeye çalışmak ve buna cüret etmek bir umut işidir. Bunun için büyük devrimsel adımlara da ihtiyaç yok, kabul ederek küçük ve tutarlı adımlar atmak yeterli olacaktır.
Cumhuriyetin eksikliklerini kabul etmek bir zayıflık değil, kolektif bir olgunluk ve özgüven işaretidir. Yaralı yanlarını kusursuz şekilde görmek değil, yaralı haliyle görerek ve kabul ederek yola devam etmek zorundayız.
Kürt, Türk, Çerkez, Ermeni, Arap, Suryani, Gürcü, Laz ve daha nice halk, kültür bu vazonun bir parçasıdır. Bu parçaları ayrı ayrı görmek yerine, yan yana getirecek ortak harçlar gereklidir. Kinstsugi bize tam da bunun yolunu ve felsefesini öğretir.
1 Ekim 2024’te başlayan ve yeniden umut olan barış-çözüm süreci, kintsugi onarımının siyasal karşılığıdır. Açıktır ki barış, sadece silahların susması değil; kırılmış toplumsal ilişkilerin, güvensizliklerin ve eşitlikten uzak hukuk düzeninin onarılmasıdır. Çözüm süreci, Cumhuriyetin yaralı parçalarını altınla birleştirmek, farklı halkların, dillerin, inançların ve kimliklerin varlığını görünür ve değerli kılmak demektir.
İçinden geçtiğimiz süreç cumhuriyetin demokratikleşmeye de en yakın olduğu dönemdir.
Bu şans heba edilmemelidir.