Son günlerde barış sürecini etkileyen önemli gelişmeler yaşandı. Toplumun %98’ini temsil eden partilerin yetkililerinden oluşan komisyonun ne yapacağı, yetkisi ve gücü büyük merak konusuydu. Şu ana kadar yapılanlara ve komisyona katılanların değerlendirmelerine bakılırsa gelişmeler olumlu görülmektedir. Esasında geri dönüşü olmayan bir noktaya gelmiş olan bu komisyon ve çalışmaları, anlamlı ve değerlidir, heba edilmemelidir. Bir şeyler mutlaka değişmelidir. Komisyonda gelişen olumlu havaya rağmen sömürge vali muavini kibriyle kabaran Hakan Fidan, Rojava halkına ve yönetimine karşı saygısız ve seviyesiz saldırılarda bulunmuştur. Eli kanlı HTŞ’li katillere her türlü saygıyı gösteren H. Fidan, “Kürt kardeşlerine” saygısızlık yapmakta bir beis görmemiştir.
Sömürgeci Fidan, ayrıca çok kızgın ve öfkeli bir yüz ifadesi ve ses tonuyla “enayi olmadığını” söyleyerek Kürtleri sahtekâr, kendisini de kasabanın uyanığı gibi göstermeye çalışmış, Kürtlere hakaret etmiştir. Böylece Rojava’ya ayar vermeye çalışan H. Fidan’ın ve Türk Devleti’nin, en başından beri Rojava’yı ortadan kaldırmak, HTŞ’ye teslim olmasını sağlamak için uğraştığı biliniyor. Son yapılan sözlü saldırılarla Rojava’yı işgal etmenin zeminini yaratmak istediği anlaşılmaktadır. Bu düşmanca yaklaşıma karşı Rojava yönetimi ve her parçadaki Kürt halkı, kazanımlarını korunmak, varlıklarını güvenceye almak ve Suriye için ademi merkeziyetçi yönetim tarzını savunmakta ısrar etmişler, H. Fidan’a ve Türk devletine gerekli cevapları vermişlerdir. Belirtilmelidir ki Fidan, kendi başına bu lafları etmemiştir. Erdoğan ve devletin her kademesi, Fidan’ın söylediği her cümlenin noktasında virgülüne kadar her ayrıntısını onaylamışlardır.
Türk Devleti, Fidan eliyle Rojava’ya saldırırken, içerden de CHP’ye yönelik saldırılara devam etmiştir. Böylece devlet, süreci zehirlerken, Kürt halk önderi Öcalan, PKK ve Kürt halkı, barış ve demokratik toplum için büyük fedakarlıklar gerektiren tarihi kararlar almışlar ve bunları hayata geçirmişlerdir. Bunlar, Rojava düşmanlığı, ısrarla kullanılan zehirli dil, CHP’ye yönelik saldırılar birlikte değerlendirildiğinde, devletin barış ve demokratik toplum sürecine doğru yaklaşmadığı görülmektedir. Aksine yönetenlerin süreci istismar etmek istediğinden kuşkulanmak kaçınılmaz olmaktadır. Sanki devlet Kürtlerin ulusal demokratik haklarını vermeden, ama veriyormuş gibi davranarak kendi geleceğini garanti etmeye çalışmaktadır. Dolayısıyla bu sürecin sonunda, mevcut tekçi, Osmanlıcı, İslamcı Türk devlet yapısının kalıcılığının sağlanabileceği, Türkleştirme ve Sünnileştirme politikalarının sürdürülebileceği bir gelecek tasarlandığı akla gelmektedir. Ancak burada, eğer böyle düşünülüyorsa iki önemli yanlışlık yapılmaktadır. Birincisi tarihsel dönem değişmiştir.
Koşulların değiştiği böyle durumlarda dün mümkün olan bir gelişme bugün imkânsız olabilmektedir. Bu değişim göz ardı edilirse beklenenden farklı sonuçlarla karşılaşmak kaçınılmaz olacaktır.
İkincisi, aynı değişim dinamiğine bağlı olarak, Kürtler de değişmişlerdir. Kürtlerin ulusal demokratik bilinci, örgütlülüğü, tecrübesi ve sosyo- kültürel özellikleri gelişmiştir. İleri bir toplumsal yapı yaratılmıştır. İktidarın sürece ilişkin beklentisi bu gerçeği göremeyen yanlış bir hesaba göre yapılmıştır. Sürecin gelişmesinden yaşanan inişli çıkışlı, güven vermeyen, ne olacağı kaygısının yaşandığı aksamalar ve sömürgeci H. Fidan’ın kızgınlığı, buradan kaynaklanmaktadır. Ayrıca H. Fidan’ın “enayi miyiz?” demesi de bu hesapla ilgilidir. Çünkü bu söz argoda birilerine hile yapmak isteyen ama karşısındakinin daha dikkatli olduğunu gören baş hilebazların jargonudur. Ancak egemen güçlerin planlarının mutlaka ve tas tamam gerçekleşeceğini varsayan ön kabul hızla terk edilmelidir. Çünkü egemenlerin planları halkların direnişleriyle bozulabilir, değiştirilebilir. Tarihte bunun çok fazla örneği olan bu gerçeğin ışığında mevcut duruma bakıldığında ortaya çıkan şudur. Yapılması gereken barış ve demokratik toplum sürecini desteklemekten daha ötesidir. Süreç dahil olunması gereken demokrasi mücadelesinin yeni bir evresi olarak görülmelidir.
Bu anlamda tarihi bir rolle karşı karşıya bulunan DEM Parti, Kürtler, Aleviler, işçiler, kadınlar, gençler ve tüm demokrasi güçleri, ezilen bütün toplumsal kesimler sürece dört elle sarılmalı deyim yerindeyse duruma el koymalıdırlar. Demokrasi güçleri bu süreci barışın ve demokrasinin mutlaka kazanılması gereken tarihi bir moment olarak kabul etmelidirler. Bu sürece CHP, Türk- İş ve demokratik potansiyeli kendi bünyesinde tutan parti ve kurumların daha cesur, daha radikal bir tutum alarak söz konusu demokrasi mücadelesini ileriye taşımalıdırlar.
Hasılı demokrasi güçleri barış ve demokratik toplum sürecini egemenlerin ellerine bırakmamalı barış karşıtı güçlere fırsat ve imkân vermemelidir. Ha bir de hiç kimsenin kuşkusu olmasın, günün sonunda öncelleri gibi Hakan Fidan’ın burnu sürtülecek, halklar kazanacaktır.