Komut-yazarlar tehditler ve hakaret ile sonuç alacaklarını düşünüyorlarsa Tansu Çiller-Mehmet Ağar-Doğan Güreş üçlü çetesinin yaptıklarına baksınlar. Onca katliama, binlerce köy yakmalarına rağmen Kürt halkı özgürlük mücadelesinden zerre taviz vermedi
Herdem Fırat
Kürt sorununun çözülmemesinin en büyük nedeni nedir diye sorulursa, cevabı net bir biçimde ‘Abdülkadir Selvi, Ahmet Hakan, Mehmet Uçum gibi sivil görünümlü asker ruhlu olanların varlığı’ diye cevap veririm. Sivil giyimli asker, savaş alanında yer almadığı için ruhen çok gaddardır. Talimat vermeyi sever, her şeyde ahkam keser. Şimdi bu Selvi ve Uçum da kendilerini Allah’ın gölgesi addedip her yere talimatlar, tehditler yağdırıyorlar. Bu şekilde sorunu çözeceklerini sanıyorlar. Türkiye’ye en büyük kötülüğü de böylece bunlar yapıyorlar.
Selvi ve Uçum bu yazıyı okurlar da biraz utanırlar mı bilemem, ama toplumsal ahlak ve vicdanın bana kazandırdığı bilincin gereği olarak ne kadar düzeysiz ve aşağılık bir durumları olduklarını yazmak durumundayım. Demokrasiden zerre nasibini almamış bu zerzevatlar saraya dayanarak ölüm fermanları dağıtıyorlar. Halk iradesi deyip milyonların iradesi saydığı insanlara, hareketlere hakaret ederek, tehditler savurarak ne kadar irade düşmanı olduklarını da açığa vuruyorlar. Her konuşan akil insanı cezaevine atıp susturdukları için kendilerini akil ilan etmişler.
PKK lideri sayın Abdullah Öcalan tarihi bir çağrı yaptı. Kürt sorunu başta olmak üzere Ortadoğu’daki sorunların çözümü için Demokratik Toplum ihtiyacını vurguladı. Bunun için de silahların devreden çıkması gerektiğini belirtti. Sayın Abdullah Öcalan’ın bu düşüncesi yeni de değildir. “İnkar politikası ve düşünce özgürlüğünün engellenmesi isyana neden oldu” diye belirtti. Bu gerekçeler ortadan kalkarsa zaten silaha gerek kalmaz. Net bir biçimde eğer bu inkar devam ederse ve özgür düşüncenin önü açılmazsa yüzyıl da geçse bu sorun çözülmez diye belirtiyor. Peki iktidarın kalemşoru ne yapıyor. Erdoğan adına tehditler savuruyor. “Son şans” diyerek yeni operasyonların tehdidini yapıyor. Sonra da “Bir demokratik dönüşüm gerekli olabilir. Ama ne zaman? PKK silah bırakıp kendini lağvettikten sonra. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın belirttiği gibi genel af, maf yok” diye ekliyor. Selvi bir şekilde mevcut sistemin demokratik olmadığını da kabul etmiş oluyor. Bir de af maf yok diyor. Kürtlerin senin affına ihtiyacı yok. Asıl Kürt halkı sizi affedecek mi, onu düşünün. Mezarsız bıraktığınız binlerce gencin ailesinden, yerlerde darp ettiğiniz annelerden, haksız yere onlarca yıldır zindana attığınız insanlardan özür dilemeniz gerekir.
Rojava Kürtleri için de arkalarında İsrail ve ABD var diyor. Kürtlerin çok değer verdiği insanlardan biri olan Mazlum Abdi için de “İsrail’in çocuğu” diyor. Selvi, bunu okuyan milyonlarca insanın kendisi için ne ifadeler kullandığını acaba düşünüyor mudur? Tabi öyle bir derdi var mıdır, bilinmez. Utanma olmayınca ağızlarından ne çıktığını da bilmiyorlar. Türkiye’nin şimdi kullandığı tüm teknik savaş aygıtı ABD ve İsrail ürünü. NATO’ya üye olan Türkiye’dir, Rojava yönetimi değil. Trump ile görüşmek için kırk takla atan Mazlum Abdi değil Tayyip Erdoğan’dır. Erdoğan değil miydi, ABD’ye seslenip, gelin biz sizin adınıza savaşalım diyen.
Komut-yazarlar tehditler ve hakaret ile sonuç alacaklarını düşünüyorlarsa Tansu Çiller-Mehmet Ağar-Doğan Güreş üçlü çetesinin yaptıklarına baksınlar. Onca katliama, binlerce köy yakmalarına rağmen Kürt halkı özgürlük mücadelesinden zerre taviz vermedi. Ne Kürt halkı ne de Kürt halkının örgütlü mücadelesi sizin tehditleriniz karşısında geri adım atar. Ama dilinizle ortamı kirletip sorunun çözümü önündeki en büyük engel oluyorsunuz. Komut-yazarlar söylemleriyle iktidarın sorumluluğunu unutturmak istiyorlar. Yapılan çağrıda çok net biçimde silah ve feshin olması için demokratik siyaset zemininin ve hukuki boyutun yerine getirilmesi gerektiği belirtiliyor. İmralı heyeti bu notun devlet heyetince de onayladığını belirttiler. Selvi ise bunu görmezden gelip her şeyi çarpıtıyor. Net bir biçimde söylemek gerekir ki gerekli adımların atılmaması sonucu savaş daha da büyürse sorumlusu komut-yazarlardır, en büyük ihale kendilerine kalır. İktidarın çözüm için gerekli adımları atmamasının zeminini inşa ediyorlar. Adeta iktidara “Aman ha yasal değişiklik yapma, Kürtlerin başından bombardımanı eksik etme” diye çağrı yapıyorlar. İktidardan adım atmasını bekleyenlere, iktidarın bu imkanı değerlendirip sorunun çözümü için zemin yaratmasını isteyenlerin de önünü kesiyorlar.
Sayın Abdullah Öcalan’ın çağrısı tüm dünyada yankı bulmuşken, bunu hazmedemeyen bu komut-yazarlar kendi dertlerine düşmüşler. Yüzyıllık sorun çözülecek, kendilerine iş kalmayacak diye savaşın daha da sürmesini, iktidarın demokratikleşme adımlarından uzak durmasını telkin ediyorlar. Saraya dayanmadan iki laf edemeyen bu zerzevatlar akıllarınca büyük laflar ederek prim yapacaklar. İktidar kanadına prim yapabilirler. Ancak toplumun ahlak ve vicdanında çoktan reziller kervanında yerlerini aldılar. Hasta ruhlu komut-yazarlar özgürlükten korktukları için, demokrasiyi hazmedemedikleri için özgürlüğü ve demokrasiyi sevmezler. Çünkü özgür ve demokratik bir ortamda bunların söyleyeceği hiçbir şey olmaz. Fikirlerini kimse esas almaz. Esas almaz çünkü gerçekten kendilerine ait bir düşünceleri yoktur. İktidar adına konuşurlar ancak yönetimden anlamazlar, ordu adına konuşurlar ama savaştan anlamazlar. Onun için bu kadar hırçın oluyorlar. Burdan iddia ediyorum, herhangi bir DEM Parti üyesi ile bu komut-yazarlar özgür bir ortamda tartışma yürütsünler, DEM Partili üyenin söyleyecekleri karşısında savunacakları hiçbir şey olamaz. Ama arkalarına orduyu, hukuku, iktidarı alıp ahkam kesiyorlar. Bu saldırganlıkların nedeni konforlarını kaybetme korkusudur. Hele bir gerilla annesinin karşısına çıksınlar. Dört oğlunu yitirmiş Sakine Ananın karşısına bir çıksınlar. Canlarını vermiş anneler, başka canlar gitmesin diye acıyı yüreklerine gömerken vicdanlarını vitrinlerde pazarlayan komut-yazarlar utanmazca tehditler savuruyorlar.
Cambaz Selvi’ye bakın ne diyor: “Bakın PKK sorunu demek Türkiye’nin beka sorunu demek. Şehit haberlerinin gelmesi demek. Bu sorunun çözülmesine destek vermek gerekmez mi? Tam tersine birileri, aman PKK çözülmesin, şehitler gelmeye devam etsin, biz de bunun istismarını yapalım derdindeler. Sizin siyasetiniz batsın.” Hem bunu diyeceksin hem de tüm Kürtleri ‘aklınızı başınıza alın yoksa bombaları salarız’ diyeceksin. En ufak bir hastalıkta kıyamet koparırlar ama Kürt’e ölümü de reva görürler. Komut-yazarların duyguları körelmiştir, karşındakilerin ne hissettiklerini anlamazlar. Muktedirlikte varlık buldukları için insani melekelerini yitirmişlerdir. Herhangi bir insan değildirler. Herhangi bir insan olmadıkları için de normal insanların seviyesine inmezler(!) Kibir abidelerinden, saray kulelerinden konuştukları için yerde ne yaşandığını da bilemezler.
Sayın Abdullah Öcalan Kürt-Türk ilişkilerinin tarihselliğine vurgu yapıyor. Hegemonik sistemin mezhep, din ve etnisite üzerinden çatışma yaratıp kendi projesini hayata geçirmesinden bahsediyor. Demokratik toplumun aciliyetini belirtiyor. Komut-yazarlar da bunun yerine çatışmayı daha da nasıl derinleştirebiliriz derdinde. Eğer tehditle, çatışmayla bu sorun çözülseydi 40 yıl önce biterdi. Önerim, akşam eve gittiklerinde yatmadan önce yazdıklarını okuyup bir Kürt’ün gözünden yazdıklarının ne anlama geldiğini düşünsünler. Ne kadar incitici, ne kadar itici, ne kadar yaralayıcı ve öfkeyi büyüten bir dil kullandıklarını belki o zaman anlarlar.
Belli ki komut-yazarlar sayın Abdullah Öcalan’ın çağrısını dinlememişler. Dinlemedikleri gibi sonradan okumamışlar da. Eğer dinleyip okumuşlarsa da anlamamışlar. Kendinden razı olanın anlama derdi de olmaz. O yüzden gerçeklerin yerine histerik duygularını yazıyorlar. Hadi en temel insan haklarını geçtim, sizin söylemlerinizi Esad Oktay Yıldıran’dan farklı kılan nedir? Siz Kenan Evren’den daha mı muktedirsiniz? Esad Oktay’dan daha büyük bir işkenceci misiniz? JİTEM ağalarından daha mı gaddarsınız, Hizbul-kontradan daha mı vahşisiniz? Eğer öyleyseniz o zaman, buyrun, başa geçin. Yok, tüm bunlara karşıysanız, o zaman barış ve demokrasinin dilinin bu olmadığını da hatırlatmak görevimizdir.
Komut-yazarlar, anladık gelişiminizi tamamlamadınız. Tehditler savurmaktan keyif alıyorsunuz, belli ki kaale alınmayı da istiyorsunuz. Yani birilerinin sizi konuşmasından zevk alıyorsunuz. Gündem olmayı seviyorsunuz. Ama bunu Kürt halkının mücadelesi üzerinden yapmayın. İsrail ve ABD’ye gerçekten karşıysanız, çıkın onlara karşı protestolar örgütleyin. Trump’a “Size son uyarımızdır, Ortadoğu’dan çekilin, yoksa Erdoğan bir gün ansızın gelir, ABD’yi başınıza yıkar” deyin. Gerçekten bu sorunun çözülmesinden yanaysanız bırakın da Kürt halkı sevincini istediği biçimde yaşasın. Halkların birbirini kucaklaması için acılarını her seferinde hatırlatacak söylemleri bırakın. Kürt halkının sevincinden korkanların Türk halkının yararını istediklerinden kuşku duyarım. Gerçekten Türk halkının iyiliğini isteyen bu dili kullanmaz.
Kürt halkının ekmek su kadar doğal olan hakları var. Kendi diliyle eğitim görme hakkı, kültürünü yaşama hakkı, kendini yönetme hakkı, kendi kaderine karar verme hakkı, sosyal haklarını kullanma hakkı, hiç kimsenin tekelinde değildir. Bu haklar silah konusu olmaksızın tanınması gereken haklardır. İktidarın silah bırakılmadan bu haklar konuşulmaz yaklaşımı, samimiyetsizliktir. Komut-yazarlar bir halkın bu haklarını tartışma konusu yapma haddini de kendilerinde görmemeliler. Kürt yazar, akademisyen, siyasetçinin bir güne bir gün diğer halkların bu haklarını tartışma konusunu ettiklerini görmüşler mi? Bu hakları tartışma konusu yapmamak zayıflık değil, temel insan haklarına ve demokrasiye olan inançtır.
Son olarak Kürtlerde anlatılan bir hikaye ile bitireyim. Babanın biri oğluna sürekli “sohbetlerde yerin yüksek sözün ağır olsun” diye öğüt verir. Baba ölünce köy sohbetlerine, ziyaretlerine oğul gitmeye başlar. Oğul içeri girer girmez gidip geniş olan pencere pervazının üzerine oturur. Sohbetlerde sıra ona gelince de ‘öküz’ deyip susarmış. Defalarca tekrar etmiş bu durum. Köylüler bir gün merak edip sormuşlar, ‘neden hep pencere kenarına oturup öküz diyorsun?’ Demiş ki “babamın öğüdüdür, yerin yüksek sözün ağır olsun, derdi hep. İçerde yüksek yer pencere kenarıdır, en ağır şey de öküzdür.” Oğulun mertebenin yüksekliğinden ve sözün ağırlığından anladığı o kadardır. Komut-yazarlar da belli ki mertebenin yüksekliğini ve sözün ağırlığını kendilerince anlamışlar.