Dünya insanlığı ile kader birliği yapmış Kürt halkının, temel ve asli görevleri şimdi başlıyor. Dünyanın bütün kavgalarında vardık. Şimdi bütün barış ve demokrasilerin öncüsüyüz. Eğer kadere inanıyorsanız bu bir kaderdir. Eğer dünyada bir denge olduğuna inanıyorsanız bu bir dengedir
Medya Doz
Birinci ve ikinci dünya savaşlarının yorgunu olan insanlık, Üçüncü Dünya Savaşı’nın orta yerindeyken sayın Abdullah Öcalan’ın barış arayışları, Kürt halkının ve insanlığın geleceğini garantiye alma arayışı olarak da tanımlanabilir. Bu tarihsel çıkış, tam da böylesi can alıcı bir gerçekliği ifade ediyor. Birinci ve ikinci dünya savaşlarında her şeyden mahrum bırakılan Kürt halkı, şu an yaşadığımız Üçüncü Dünya Savaşı koşullarında bütün insanlığa onurlu bir barış armağan edebilir konumundadır. Tarih, eninde sonunda bu sorumluluğu getirip Kürdün omzuna yükledi. Ve bu saatten sonra Kürt halkı, Kürt Önderliği ve Kürt Özgürlük Hareketi, insanlığın kaderini belirleyecek bu sorumluluktan kaçmaz. Birinci ve ikinci dünya savaşında Kürtler, ontolojik, coğrafik ve etnik bir faktör olarak bile görülmezken Üçüncü Dünya Savaşı’nda temel aktör olma durumuna geldiler. Ve bunu yüzyılı aşkın mücadeleleri ile başardılar. Son elli yıllık amansız varlık savaşımları ile başardılar.
Ortadoğu’da, Dünya’da oyun kurmak isteyen kim olursa olsun dönüp Kürt gerçekliğinin hesabını yapmak durumundadır. “Varlığımızı kabul ettirdik” denen şey bu olsa gerek. Cümle olarak çok kısa ama bu varlık meselesinin tarihi çok uzun. Şimdi durduk yere duygusallaşıp kalbimizi titretmeyelim zira bu varlık olma meselesi ciltler dolusu kitaplarla bile zor izah edilir. Adı üstünde varlık, var olmak, var olamayınca hiçbir şey olamama hali… Bütün hayatını derin, karanlık kuyuların en dibinde “buradayım”, “yaşıyorum”, “varım” diye haykıran ama kimse tarafından duyulmak istenmeyen bir halkın isyanıdır varlık olmak. Tanrı kimseye yaşatmasın. Zordur. Tarihsel ve sosyolojik bünyesi güçlü olmayan bir halk olsa yıkılır, kaldıramaz…
Bütün bu zorlukları iliklerine kadar yaşamış, bunun için yıllarca kıran kırana bir savaş yürütmüş ve hiç kimseden herhangi bir taahhüt almadan, barış ve demokratik toplumun öncüsü olma kararı alan Kürt Özgürlük Hareketi ve Önderi sayın Öcalan öyle bir durum yarattı ki ortada hiçbir muhatap yokken bütün dünyayı Kürt sorununa muhatap kıldılar. Kimsenin yanaşmadığı Kürt ateşi şimdi herkesin ocağında, bu Kürt ateşi ya herkesin yüreğini ısıtıp bu topraklara barış getirecek ya da bu ateş herkesi yakacak. Herkesi arındıracak olan Kürt ateşi sadece silah yakmaz. Yalanı, inkârı, asimilasyonu da yakar. Artık Kürt sorunundan kaçmak isteyen hiç kimse kaçamıyor, Dünya konjonktürü herkesi çözüme zorluyor. Ve Kürtlerin Önder APO’su o çözümün kilidini elinde tutuyor. Evet, gün geldi insanlığın kaderi ve Kürt halkının kaderi bütünleşti. Cehennemi andıran bu çağda halkımızın ve insanlığın geleceğinin sorumlulukları hepimizin omuzlarına yüklendi. Bu yüzden Kürt halkı olarak her zamankinden daha duyarlı daha etkileyici ve belirleyici olmak durumundayız. Hepimiz şu veya bu biçimde sürecin öznesiyiz. Kendimizi öyle tanımlarsak başarıya daha yakın dururuz.
Bu anlamda “Sürecin yürütücüleri var, projeleri var, bu da yeterlidir” demek bizi büyük yanılgılar ile karşı karşıya bırakır. Eğer bu yeterli olsaydı sayın Abdullah Öcalan; “Komünlerinizi, meclislerinizi, kurumlarınızı örgütleyin” diye perspektif sunmazdı. “Belediyelerinizi savunun, gece gündüz çalışın” diye bizi çalışmaya davet etmezdi. “Ben olsam da olmasam da olur, benim varlığım bir şey değiştirmez” demeyin. Bazen senin varlığın, senin eylemin bütün insanlığa nefes verebilir. Böylesi süreçlerde sağlam bir paradigmaya sahip olmak da tek başına yeterli değildir. Eğer sadece özgürlükçü paradigmamız başarmak için yeterli olsaydı sayın Öcalan bütün toplumu, bütün kadınları, bütün demokratik kesimleri, bütün inançları, aydınları, enternasyonalleri bu sürecin öznesi olarak belirlemezdi. Herkesten eleştiri, öneri ve görüş talep etmezdi. Bu anlamda insan, paradigmaya ruh verendir. Proaktif aktörler ile yol almak, demokratik ulus olmanın da bir ilkesidir. Ve başarmanın yegâne kuralı çalışmaktır, örgütlemektir, üretmektir. Küçük-büyük demeden öneri geliştirmektir. Yanlışı eleştirip doğruya çekmektir. Ancak böyle kapsayıcı bir gerçeklik bizim ahlaki duruşumuzu, paradigmamızın haklılığını ve kültürel duruşumuzu evrenselleştirebilir.
Gerçekten her anlamda bir başlangıç sürecindeyiz. Bunun için tek yönlülüğü aşıp çok yönlü ve örgütleyici kişilikler olmak durumundayız. Dar ve dogmatik özelliklerden sıyrılıp yaratıcı ve kapsayıcı olmak durumundayız. Durağan, üretimsiz duruşları aşıp akışkan, üretici insanlar olmak durumundayız. Başarı ancak böyle mümkün olabilir. Demokratik değişim ve dönüşümün sancıları olacaktır ama yerinde saymaktan bin kat daha değerlidir. Unutmayalım ki asıl mücadeleler, demokrasiyi toplumsallaştırma mücadeleleridir. Ne kadar örgütledin o kadar demokratik hakkını kullandın demektir. Ne kadar eyleme geçtin, itirazını eyleminle gösterdin, o kadar başardın demektir. Ne kadar öz savunma yaptın, hukuki hakkını kullandın o kadar aktif, politik ve ahlaki özne oldun demektir. Sosyalist olmak, biraz da bütün insanlığın iyiliği için yaşamak, eyleme geçmek ve başarmak demektir.
Dünya insanlığı ile kader birliği yapmış Kürt halkının, temel ve asli görevleri şimdi başlıyor. Dünyanın bütün kavgalarında vardık. Şimdi bütün barış ve demokrasilerin öncüsüyüz. Eğer kadere inanıyorsanız bu bir kaderdir. Eğer dünyada bir denge olduğuna inanıyorsanız bu bir dengedir. Eğer kaçınılmazlıklara inanıyorsanız bu kaçınılmazlıklar ile dolu bir yoldur ve hepimiz de elinde meşaleler taşıyan birer yolcuyuz…