Hiyerarşisi var hayatın ve insanların. İktidarı var bazı ayrıntıların ve ayrıcalıkların. Tesadüfler ve karşılaşmalar birer kapı ve biz durmadan onları arıyoruz. Gidip bir duvara tosluyoruz, kocaman bir tabela; yapacak bir şey yok. Elbette herkesin bir şey yapmama hakkı vardır. Hakları ihlal etme ve istismar etme uçları ile arada şalterler atıyor, herkes karanlığa alışıyor. İnsanın alışmak gibi bir huyu var, dünyanın dönmesi gibi.
Uzun anlatmanın, kısaca izah etmenin karambolü kulvarlar ve tahminler getiriyor. Çok şey geliyor, felaket şeyler gidiyor. Tanımsız, tarihsiz ve illaki tarihsiz. Meçhul olmak herkesin şansıdır, çoğu zaman ıskalanan bir güzergâhtır.
Anlamanın hamalı, çok anlayıp içine girmenin acemisi, çok anladığı için içine girmenin karmaşası götürüyor insanı ve herkesi. Değişmeyen şeyler zamandan zamana insanı da mekânı da değiştiriyor. Yer değiştiren var, yer bulamayan var, yerinde kaybolan var ve yerinden kaçan var. Dikkat ister, bakmanın ötesinde görmek ister.
İğde ağacı koksun her yer isterim, iğneler her yerimizden uzak dursun mesela. Yumuşatılmış, esnetilmiş, gerçeklerden göçmüş bir rüya, içinde binlerce yıllık efsaneler. Bir bing bang var, dönüp dolaşıp bizi dağıtıyor, dürtüyor ve gidiyor. Diyoruz ki geçmişti, masaldı, mağaraydı, eskidendi, gelmeyecekti ve geldi.
Kaçmaklar başlar, göçmek denilir, sayılara karışır insan. Geç olanların götürdükleri ve miras bıraktıkları kahırlar var. Sonra biz gülüyoruz, onların gülüşlerini çoğaltıyoruz. Ve gitmiyor kimse, herkes bir arada, yine ve yeniden. Biz zaten başlarken biliyorduk; sonumuz gelmeyecek, yetmeyecek hiç kimse.
Sonu gelmeyen ve sonunu getirmeyen bir ateş yakıldı. Dağlara benzeyen bulutları herkes sevdi. Sevgi insanı dağlara da götürür, dağları da deldirir. Tarih bazen sayfa çevirmez, geride bir yere götürür ve orada durdurur. Tekerrür derler, acizlik derler, dünyanın dönmesine bile yorarlar. Herkes istediği rüyayı görmekte özgür.
Elimizde bazen bir taş, sonra çiçek, sonra sonralar ne getirirse. Böyle başlıyor yürümek ve yollar da böyle açılıyor. Uykunun şiddeti, uygarlığın çemberi, eskilerin övgüsü, seslerin hissizleşmesi, coğrafyanın terletmesi ya da üşütmesi. Hepsi birden, her biri bir yerden.
Hitaplar değişiyor, itinayla ve acemice geçen zamanların terazisi kimseyi haklı çıkarmıyor. Söz ve kuvvet aynı nehirden geçiyor ve aynı manzaralara bakıyor. Görmenin rolü, göstermeyle takas halinde. Aynalar ve aynılar işgal ediyor zamanları. İhlaller hep sonradan itiraf edilir.
Yaşamaktan yaşamayı unutmak kadar yabancı kalmak, anılarla yılları yıkamak; anlatmak ve hatırlamak gibi bir çapraz ateşte uyumak kadar bir mucize. Var kalmanın yanında var olduğunu bilmek ve varlara gitmek. İnsan anımsayınca bazen travmaların tramvaylarına biniyor. Sıkılmak adeti arada sırada insanı yakalar.
Haykırmaların sesi vardı, birlikte yürümenin neşesi vardı, birden kaybolmanın hüznü vardı. Biz yoklara bakarak var olanların ağırlığını sezdik. Bizim bazen yükümüz var, bazen eziliriz, bazen de tüy gibi hafifleriz. Bizim bir şeylerimiz var, rivayet odur ki çok şeyimiz var, içindeyiz.
Haftanın kitap önerisi: Georges Didi-Huberman, Ateşböceklerinin Var Kalma Mücadelesi / Çeviren: Halil Yiğit, Norgunk Yayınları
			








