Ödev gibi bir hayatın orta yerinde kalakaldık. Meczup bir tarih, çılgın bir döngü, sürükledi, sürükledi ve buraya getirdi. Herkesin bir başına yapacağı bir şey, uzayıp bu meşhur günlere geldi. Beklenen gelmedi, beklenmeyen kapıya dayandı.
Biz her şeyin ortasında, birilerinin arasında, bir çemberde gidip gelerek vazgeçmelere çalıştık. Sabır ve sır yan yana bize bir pusula oldu. Belki rotasız, belki de yanlış. Her şeyin ucu bir kaybolmaya varmak olduktan sonra, yeraltı ya da feza; çünkü burası dünya.
Zahmetleri şımarık özlemlere feda ederek geçen günlerin sonu, hiçbir yeri aramıyor. Birine kavuşmak ya da vuslat değil, sığınmak da uzak. İnsan bir gün kendinden çıkar ve döneceği yolu bulmaya ömrünü adar.
Bir efsane başlatıp tarihin sayfalarını karıştırarak bir hiza verelim yaşama, bir reçete de olur. Dünya hasta, insan yasta bir çağda, dermanlar ve şifalar birer tabela ve kayıp birer yön. Kehanetler yankılandı, dağlardan ve denizlerden sonra yıldızlara ve güneşe yansıdı. Keşifler yetişmeli, keşmekeş günler gelmeli ve yüzleşmeli.
Kahır zamanların enkazı, kayıp hayatların ıssızlığı, katlanan günlerin molozları bir rüyanın dekorasyonu. Elbette görülecek, gömülecek ve görünmeyecek bir gelecek herkese havale edilecek. Nefes nefese bir gerçek, tehdit eden bir gelecek geçmişe veda edecek.
Sayıklayan geceler, sanılan günler, sayılan zamanlar ve sararan yıllar. İnsan taklit ile başladı anlamaya, maskot oldu dünyaya ve maksatlar birbirine karıştı. Serzenişlerin sessiz harfleri, sessizliklerin sesli harfleri, müjde ve matem arasında bir kavşakta birbirine çarpıyor. Çağlar bazen böyle devriliyor ve devrediyor.
Haysiyetler yarışıyor, hakikatler savaşıyor ve her yer bir anda yerini terk etmeye bırakıyor. Zaten biz bırakmak ve vazgeçmek arasında gidip geliyoruz. Birileri maskeler, birileri yüzler değiştiriyor, birileri kıyafetler, birileri kifayetler, birileri de dil değiştiriyor. Yaşamak bir çarpışma bilançosu ve herkes ağır hasarlı.
Sevdalar çağı, aşklar mevsimi, ölme günleri, yaşama sevinci, direnme estetiği, yürümenin inadı her daim bizimle ve bizim için. Buraya kadar geldik, buradan sonra da gideriz diye bir imdat ve imkân yetişiyor bir adım sonrasının takatine.
Harfler değişiyor, roller değişiyor, isimler ve etiketler değişiyor. Durmadan tahrik, pes etmeden tehdit ve herkese tahrip. Bunu ısmarladık bu çağa, yaşıyoruz duygusuz. Kıymet ve kıyamet alameti birilerine uzakken, birilerine ise çok yakın. Zaten biz uzakları yakınlaştırmakla meşhuruz.
Bir gün gelecek diye bir ahkam kesildi, herkes de beklemekten bir adım öteye geçemedi. Eskilerin deyişleri, eskilerin hatırı, eskilerin yanlışları ve doğruları sirayet etti bulunduğumuz her mekâna. Yenilere yer kalmadı ya da işgal edildi; budur ahvalimiz, herkes sağırken.
Sesler, sessizlikler, yankılar, gürültüler, sloganlar, tezahüratlar, alkışlar ve ıslıklar her yere yayıldı ve duyan artık kalmadı. Unutmak veya hatırlamaktan bıkmak kolay değil. Zorun rolü herkesin yeni oyunu.
Haftanın kitap önerisi: Haydar Karataş, On İki Dağın Sırrı-Bir Göz Ağlarken / İletişim Yayınları