Zozan C.’nin sesinde Cigerxwîn’in şiirleri, Mihemed Şêxo’nun ölümsüz eserleri, Fêrîkê Ûsib’in dizeleri, Melayê Cizîrî’nin kadim divanı yapay zekâ algoritmaları ve Bijar’ın yönlendirmesiyle Heavy Metal tarzından dengbêj makamlara kadar geniş bir dijital yelpazede yeniden üretilir. Böylece binlerce yıllık Kürt edebiyatı ve müziği, bugünün teknolojisi ve insan emeğiyle buluşur
Arif Koçgiri
İnkârın iflasından geleceğin inşasına, “Varlık tamamlandı, inkâr aşıldı,” diyordu güçlü bir ses. Bu cümle, ilk duyulduğunda çoğumuza bir ütopya gibi geldi. Çünkü bu topraklarda şüphe ve sorgulama bir lüks değil, hayatta kalma refleksi olmuştur. Bu yeni iddia, zihinlerimizde aynı soruları tetikledi: Nasıl tamamlandı? Gerçekten aşıldı mı? Devlet inkârından vaz mı geçti? Aradıkça, elle tutulur somut bir geri çekilme bulamadıkça bu sorular katlandı ve içimizi kemirdi.
Yine de bu sürekli sorgulamanın içinde, inkârın çatlaklarından sızan anlarla karşılaştık. Bu anlar, resmî politikanın söyleminden değil, hayatın en beklenmedik yerlerinden çıktı ve geçmişteki Erivan Radyosu’ndan şimdinin FM radyo kanallarına, Med TV’den YouTube’un dijital sahnesine, Halil Dağ’ın kamerasından Kanada’daki bir sinema sahnesine, Spotify listelerine dek vardı bu akış. Bu anlar, Serdar Mutlu’nun Özgür Politika’daki “Kavramsal Sanatta Kürt Gelecekçiliği” yazısında kavramsallaştırdığı “Kürt Gelecekçiliği “nin ta kendisidir; yani inkâr ve yok sayılmanın aşıldığı, halkın kendi kültürel ve toplumsal iradesini egemen kıldığı bir geleceğin, sanatsal üretimle bugünden inşa edilmesidir. Örneğin, kiralık bir otomobilin radyosunda TRT Kurdî de kayıt listesindeydi. Dokundum ve kulağımda Kürtçe ezgiler çınlamaya başladı. Bu sahne, otuz yıl önce tahayyül bile edilemeyecek bir şeydi. Devletin resmî yayın organında Kürtçe şarkıların duyulması, aslında inkârın mutlaklığının çözüldüğünün bir itirafıydı. Yine de bu durum, hakikatin yalnızca küçük bir yüzüdür: kontrollü, denetimli ve ehlileştirilmek istenen bir yüz. Bu durum aynı zamanda, inkârın aşıldığı ve mücadelenin artık “nasıl bir Kürtlük inşa edileceği” zeminine taşındığı yeni bir dönemin habercisidir. Oysa esas olan, hayatın içinde özgürce ve organik bir biçimde yeşeren üretimdir. Evdalê Zeynîkê’den, Karapetê Xaço’dan, Şakiro’dan Hozan Serhad’a, Gerilla Sarkis’e; Eyşe Şan’dan Hozan Mizgin’e akan sanatsal nehir yeni genç sanatçıların nefesiyle yarınlara akıyor.
Zozan C.: Dijital bir persona
Bunun en çarpıcı örneklerinden biri, dijital dünyanın sahnesinde parlayan bir persona: Zozan
- (YouTube hesabı “Zozan_c”). Henüz yirmilerinde genç bir kadın sanatçı gibi görünse de, gerçekte Zozan C. yapay zekâ ortamında geliştirilmiş dijital bir karakter. Bu, onun değerini azaltmaz; tersine, çağımızda hafızanın ve kültürel mirasın nasıl değişik formlarda yeniden üretilebileceğini gösterir. Zozan C.’nin arkasında, onu düşünen, yönlendiren, bestelerine yön veren, sözlerini seçen ve her parça için günlerini ve emeğini veren, ruh katan bir isim vardır: Bijar Koban! Dolayısıyla Zozan C. salt bir yapay zekâ ürünü değil; Bijar’ın emeğiyle yoğrulmuş, insan ve makine yaratıcılığının kesişiminde doğan bir kültürel projedir. Bijar Koban bu noktada şunları söyler: “Zozan C.’nin ortaya çıkışı yalnızca sanatsal bir üretim değil, aynı zamanda Kürtlere dayatılan sömürgeci, oryantalist bakış açısına karşı bir meydan okumadır. Özellikle ‘beyaz Türkçü’ ve genelde Batı merkezli oryantalist perspektif, Kürtleri hep ‘öteki’, ‘egzotik’ veya ‘geri kalmış’ bir topluluk olarak temsil etmiştir. Daha da önemlisi, bu dışsal bakış Kürtlere içselleştirilip yeniden ürettirilmiştir. Bu durum ‘self-oryantalizm’ olarak adlandırılır. Zozan C. tam da bu noktada bir kırılma yaratıyor. Onun varlığı, yapay bir kimliği bilinçli biçimde sahiplenip tersine çevirerek protesto üretmektir. Bu yönüyle Zozan C., ‘anti-self-oryantalist’ bir duruşun; dayatılan yabancılaştırılmış kimliğin reddinin ve öz kimliğin modern teknolojik araçlarla sanatsal alanda yeniden dile getirilmesinin ifadesidir.”
Zozan C.’nin sesinde Cigerxwîn’in şiirleri, Mihemed Şêxo’nun ölümsüz eserleri, Fêrîkê Ûsib’in dizeleri, Melayê Cizîrî’nin kadim divanı yapay zekâ algoritmaları ve Bijar’ın yönlendirmesiyle Heavy Metal tarzından dengbêj makamlara kadar geniş bir dijital yelpazede yeniden üretilir. Böylece binlerce yıllık Kürt edebiyatı ve müziği, bugünün teknolojisi ve insan emeğiyle buluşur.
Bijar Koban, yapay zekânın bu süreçteki rolünü ise şöyle tanımlar: “Burada yapay zekâ önemli bir eşitleyici rol oynuyor. Çünkü klasik toplumsal kuramda altyapının üstyapıyı doğrudan belirlediği varsayılırdı. Oysa yapay zekâ çağında bu ilişki tek yönlü işlemiyor. Sanal üretim alanı bireyleri ve toplulukları görünür kılıyor, söz hakkı tanıyor ve merkez-çevre ilişkilerini sorgulanır hale getiriyor. Başka bir deyişle Kürtler artık yalnızca Batı’nın ya da Ankara’nın çizdiği sınırlar içinde değil, kendi teknolojik ve estetik araçlarıyla da kendilerini yeniden kurabiliyor. Zozan C. bu bağlamda, Kürtlerin modern çağda kendi özneliklerini inşa etme çabalarının simgesidir.” Bu, Serdar Mutlu’nun işaret ettiği gibi, geçmişin mirasını geleceğe taşıyan bir “spekülatif arşiv” yaratma eylemidir. Mutlu’nun belirttiği gibi, sanatçı ya da persona “geçmişin tozlu arşivlerini geleceğin prizmasından geçirerek” onu yeniden canlandırır. Zozan C.’nin birebir gerçek bir sanatçı olmaması, onun işlevini ortadan kaldırmaz; çünkü burada önemli olan, geçmiş mirasın geleceğin teknolojileriyle yeniden üretilebilmesidir. Zozan C.’nin varoluşunu mümkün kılan iklim, son yarım asra yayılan devrimci halk mücadelesiyle oluşmuş bir zemindir. O paradigmadan süzülen bilinç, Bijar’ın emeğiyle Zozan C.’nin persona’ sına kendi dilini ve kimliğini sahiplenme ve yeniden üretme istenci sağlar.
Zaynê Akyol: Sinema perdesinden evrenselliğe
Benzer bir hat, Zaynê Akyol’un sinemasında görülür. Dersimli bir ailenin kızı olarak diasporada büyüyen Akyol, sessiz bir seyirci olmayı reddeder. 2012’deki Derwa belgeselinden başlayarak 2016’da dünya çapında ses getiren Gulîstan, Land of Roses filmine kadar, Kürt kadın gerillaların hikâyesini güçlü bir sinema diliyle işler. Onun filmleri yalnızca bir savaşın tanıklığını sunmaz; kadınların iradesini, bir halkın yeniden doğuşunu evrensel bir dile tercüme eder. Kanada’dan Oscar adaylığına uzanan yolculuğu, Kürt hakikatinin artık sınırları aşan bir gerçeklik kazandığını kanıtlar. Bu, Kürt gelecekçiliğinin sadece yerel bir hayal değil, aynı zamanda evrensel bir diyalog kurma ve geleceğin dünya haritasında kendi yerini sanatsal üretimle işaretleme çabasıdır. Burada bahsedilen gelecekçilik, batılı anlamda bir bilimkurgu veya teknoloji fetişizmi değildir. Serdar Mutlu’nun da altını çizdiği gibi bu, Afro-fütürizmde de görüldüğü gibi, temelinde siyasi bir varoluş ve statü mücadelesi yatan bir Kürt gelecek kurgusu, yani bir “Mezo-fütürizm”dir. Dolayısıyla Zozan C.’nin zekâyı kullanması ya da Akyol’un dijital kameralarla çalışması bir amaç değil, bu toplumsal ve kültürel özerklik tahayyülünü inşa etmek için birer araçtır. Şunun altını çizmek gerekir: Hem Zaynê’nin, hem de Zozan C. persona tasarımının özgürlükçü Kürtlüğün genç ve kadın tezahürleri olarak varoluşlarını, son yarım asra yayılan mücadelenin açtığı zihinsel ve kültürel alanın etkisini görmeden anlamlandırmak zor olacaktır. Bu etki, bireyleri bir örgüt üyesi yapmanın ötesindedir; onların kendi tarihlerine, dillerine ve kültürlerine sahip çıkmalarını ve bunları yeniden üretmelerini mümkün kılar. “Devletten bekleme” hâlinin yerine, kendi üretimini ve kendi toplumsallığını kurma pratiğini koyar. Bu nedenle, “PKK ne kazandı ki silah bırakıyor?” gibi sorular, tarihsel-toplumsal akışın mantığını kavrayamayan yüzeysel bir sorgulamadır. Asıl kazanım, devletten dilenci gibi bir şeyler beklemekten vazgeçen, kendi kaderini kendi elleriyle kuran bir halktır. Sonuçta, “Varlık tamamlandı, inkâr aşıldı” sözü artık erken bir iddia değildir. O varlık; bir araba radyosunun devlet kanalından duyulan Şakîro’nun, Rojda’nın sesinde; YouTube’da Zozan C. persona’sının yorumladığı Melayê Cizîrî makamlarında, Cigerxwîn dizelerinde; Zaynê Akyol’un bir film karesinden geleceğe seslenen komutan Sozdar’ın: “Umarım daha güzel daha özgür yarınlar yaşarız. Önderliğimizin projesi olan Demokratik Ulus inşasını beraber yaratırız. Ve bunun içinde en büyük sanatı yaratırız” sözlerinde kendini kanıtlamaktadır. Bu, devletin verdiği bir lütuf değil, Kürtlerin kendi iradesiyle ürettiği bir hakikattir. İnkâr, işte bu özgüvenli ve üretken varoluş karşısında çoktan hükümsüz kalmış, iflas etmiştir. Şimdi, geçmişin mirası üzerinde bugünü anlama ve geleceği özgürlükçü temelde inşa etme zamanıdır.