İnsan birkaç ısrarla hayata devam ediyor. İnsan birkaç an için, birkaç rüya ve rüzgâr için yaşıyor. Uğultuların vahası, kuyuların tenhalığı, bir kitabın kayıp sayfaları, bir bir hatırlanıyor. İnsan pişmanlıklarının tesadüflerine şaşırıyor ve sonra da alışıyor.
Kayıp yıllar, hatırlanmayan anlar, hatırladıkça hayıflanan zamanlar, paramparça afişlere benzemiş günler, günlerimiz. İnsan yerinde durarak çocukluğunu görebiliyor ve gösterebiliyor. Tek ve yek mevzi bu, ve biricik mevzi ile mazeret. Anımsamakla yer değiştiren mekanlar, erteledikçe uzayan ipler yani darağaçları ve mecburiyetler, götürüyor insanı. İnsan dönmekten vazgeçiyor, o denli.
Sesin sesi çoğalttığı, sessizliğin çığlıkları çağırdığı bir çağ, adı konulmadan kalmış. Birilerine tabela, birilerine de tuzak ve fak. Bazı şeyler beraber gelir ve benzeşerek gider, insan gibi. Sonların taşkın coşkusu, başlangıçların heybeti ve şehveti yollardan yol beğeniyor. İnsan sırasını da sözünü de şaşırabiliyor.
Hayat hadise istiyor, endişe arıyor ve anlattıkları başa gelsin istiyor. Sevk edilmiş acılar, ertelenmiş aşklar, ihtişamını kaybetmiş kararlar ve ıslanmış tekrarlar. Mevsimler değişiyor ama insan değişmekten kendini men edebiliyor. Sıradır ve sıradandır. Gördüklerimiz göremediklerimizin gölgesi ya da tam tersi.
İnsan sahiden yanlışını başlangıç yapıyor ve yanılgıların cehenneminde yaşamaktan razı olabiliyor. İnsan doğrusunu yol yapıp cennetinde yaşamayı her şeyler takas edebiliyor. İnsan ters yoldan yürümekle, tersinden başlamakla ve tersinden uyanmakla maluldür. Bir de telafi diye bir teselli duvarı var, herkesi dibinde ağlatıyor ve ağlattığını seyirlik ediyor.
Dünyanın şekli ve şemali düşlerimize yetmiyor, görmenin ötesi diye bir köprü olmalı diye bir vurgu, bir tokat lazım geliyor hayata. Tek tek veya dağılarak. Moda sezgiler, monoton çağrışımlar ve monologlar. Umutların pervasızlığı ve palavraları yetmiyor yetişmeye.
Hız ile haz takas edilirken, haksızlıklar yerin altına itildi. Geldiğimiz yerlerden yok olacağımız yerlere teşrif ettik. Acıdır bu, trajedinin yazılmamış sınıfı ve sınırıdır, kimseler bilmez. İnsan bilmediğinin cahilidir ama en çok orası hakkında konuşur ve çalışır. Ezilmenin travmaları yazılmadı, yanılmadı ve yanmadı.
Her halükârda kendisi ile cebelleşen bir düşün düşürdüğü yerde kaldık ve yalnızlık en çok o zaman kendini gösterir, hem de bir gösteri ile, alkışsız. Tükenmek var, tüketmek var ve bu varların yokluğu diye bir kestirme yol var, yürüyoruz.
Serzenişlerin feleğinden geçmiş yıllardan geçtik ve geldik. Harcanan günlerin ertesinde oturduk ve uzaklara baktık. Sürgün edilmiş yılların sonrasına gözlerimizi diktik ve sözlerimizi uzattık. Bildik ki yakın diye bir şey yokmuş, yaklaşmak ve yakınlaştırmak varmış. Yaşayarak öğrendikten sonra, yaşlar aldıktan ve yaşları döktükten sonra bildiğimize hayran kaldık.
İnsanın esareti biter, cesareti onu sürekli yoklar. Sayıldıkça ve sandıkça yer değiştiren anılar, birbirine benzeyen renkler, birbirinden ayrılan yollar ve yıllar var peşimizde. Önümüz uzak, ömrümüz bize de başkasına da uzak. İnsan kalandır, kaldıkça kendine varandır, buradayız.
Haftanın kitap önerisi: Bora Abdo, Balık Boğulması-Beni Unutma Dörtlemesi II, Doğan Kitap