Ordu kılıcını attı! Doktor Hikmet Kıvılcımlı, 12 Mart 1971 muhtırasının ardından böyle yazmıştı. Kısa süre içinde o kılıcın sosyalistlerin kafasına atıldığı anlaşıldığında, ileri derecede kanser hastası olan Doktor yurtdışına çıkmak zorunda kalacak ve 11 Ekim 1971’de trajik koşullar içinde Makedonya’da hayatını kaybedecekti.
Kıvılcımlı, geçtiğimiz 30 Ağustos’ta Kara Harp Okulu’ndaki mezuniyet töreninin ardından gerçekleşen kılıçlı yemin vakasına şahit olabilseydi muhtemelen çok farklı bir okuma yapardı. Beş teğmen ve devrenin amiri konumundaki üç subay, geçen hafta bu olayla ilgili yargılanarak ordudan ihraç edildi. Beklendiği üzere, muhalif medyada emekli albaylar, paşalar ve Kemalist kanaat önderleri ateş püskürüyorlar. Bu feryat, İslamcı otoriter iktidara karşı muhalefet içinde ulusalcı zihniyetin hakimiyetini dışa vururken Türkiye solunun önemli bir bölümünün haleti ruhiyesiyle de örtüşüyor.
‘Tarih Tezi’ ve TSK
İslamcı rejimin TSK’ye bakışı, iki yüz yıl öncesine kadar Osmanlı sarayının yeniçeriler hakkındaki kanaatini tekrarlar niteliktedir. Hoş ve meşgul tutmak gerekir; çünkü her an pusulayı şaşırıp kafir yerine hünkara yönelmeleri riski mevcuttur. Bu kanaat, Osmanlı tarihi boyunca birçok sultan devirmiş yeniçeri isyanlarından alınan derstir. 31 Mart vakasından günümüze başarılı/başarısız, modern ya da post-modern bütün askeri darbeleri de aynı mercekten okurlar. Kemalist okumaysa, Osmanlı modernleşmesi sonucu şekillenen devlet mimarisi içinde ordunun aydınlanmacı, eğitici ve ilerici olduğu kanaatine varmıştır. O halde, darbeler de devrimci faaliyetlerdir. Türkiye solu, özellikle 1960’dan itibaren bu Kemalist zihniyetle dirsek teması içinde serpildi.
Hikmet Kıvılcımlı, 27 Mayıs 1960 darbecilerine çektiği bir telgrafla “İkinci Kuvayı Milliye” hedefiyle gerçekleştirdikleri “demokratik devrimi” tebrik etmişti. Ama dikkatli Doktor okurları, onun bakışının 1960’lı yılların Yön ve Milli Demokratik Devrim (MDD) çizgilerinden önemli farklılıklar içerdiğini görebilir. Dönemin sol düşünce ve sosyalist hareket üzerindeki en etkili isimleri Doğan Avcıoğlu (Yön) ve Mihri Belli (MDD), işçi sınıfının yeteri kadar güçlü olmadığını vurgulayarak “devrimci özne” ihalesini genç subaylar üzerine yıkma eğilimi gösterir. “Zinde güçler” kavramı ve “ordu-gençlik el ele” sloganı, yükselmekte olan üniversiteli gençlik mücadelesi içinde çok popülerdir. Ankara’da TBMM, Başbakanlık ve hemen tüm bakanlık binalarının bulunduğu alan, bir tarafında Siyasal Bilgiler ve Hukuk, ortada Genelkurmay, öteki yakadaysa Kara Harp Okulu tarafından adeta kuşatılmış durumdadır ve Yön’cülerle MDD’cilerin temel sorununu, bu “karargâhlar” arasında irtibatı sağlamaktan ibaret olarak tanımlamak büyük haksızlık olmaz. Doğan Avcıoğlu, üniversite gençliğine “askerleri korkutmayalım, komünist düşünceyi dillendirmeyelim” mealinde tavsiyelerde bulunmakta, sosyalist olsalar da Kemalist sınırlarda kalmaları gerektiğini öğütlemektedir.
Kıvılcımlı’ysa bu oportünist “devrim” formülünü kabul etmez. Sosyalizmin asıl öznesi olarak işçi sınıfı partisinin merkezi rolünü vurgular. Sınıf temelli bir program temeline oturmayan devrimci bir kalkışmanın en fazla Kemalist tekelci devlet kapitalizmi sonucunu doğurabileceğini gözlemlemiştir. Ama işçi sınıfının yeterince güçlü ve örgütlü olmadığı koşullar altında orduyu devre dışı bırakan devrimci bir dönüşümün mümkün olmadığını da kabul eder. Dahası bu durum, yalnızca dönemin koşullarıyla ilgili değildir; tarihsel, coğrafi ve yapısal nedenleri vardır.
“Barbarlar”, “dış proletarya” ve Doktor’un formülü
Kıvılcımlı’nın Tarih Tezi, büyük oranda Marksist kuramı Türkiye ve Ortadoğu koşullarında yorumlama ve yeniden yazma çabasını içerir. Bu bağlamda özellikle Engels’i derin bir okumaya tabi tuttuğu bilinmektedir. Marksist kaynakların ötesinde Hegel’den ve özellikle İbni Haldun’dan etkilenmiş olduğu izlenimi verse de 1976’da Birikim dergisinde Murat Belge imzasıyla yayınlanan kapsamlı bir araştırmaya göre Doktor’un asıl kaynağı, Arnold Toynbee’nin “Dünya Tarihi” adlı büyük çalışmasıdır. Toynbee, dünya tarihini “medeniyet-barbarlık” ikilemi üzerinden okur. Ama Toynbee medeniyete değer verirken Kıvılcımlı, denklemin barbarlık kısmını daha çok olumlar. Adeta “baş aşağı” duran Toynbee’yi “ayakları üzerine oturtur.”
Toynbee barbarları “dış proletarya” olarak tanımlar. İç proleterlere yani kölelere, toprakbentlere vb. tarihin akışında yıkıcı bir güç tanımaz. Medeniyeti iç proletarya zayıflatır ama ancak dış proletarya olan barbarlar yıkabilir. Medeniyetlerin yıkılışı, ilk bakışta göründüğü üzere tarihi gerileten değil aksine yeni bir kuruluş çağının ve daha ileri bir uygarlığın yolunu açan bir hamle olmuştur çoğunlukla. Kıvılcımlı, modern Türkiye ordusunu işte bu “barbarlar” ya da “dış proletarya” kavramı çerçevesinde değerlendirir. Ordu, “tarihçil devrim” yapabilir ama bunun “sosyal devrime” dönüşmesi için işçi sınıfı partisinin programına ihtiyaç vardır. İç proletaryanın yani işçi sınıfının zayıf olduğu koşullar altında ordunun işlevi de kendiliğinden açıklık kazanmaktadır.
Bugünlerde “iç proletaryayı” temsilen Doktorcu bir sosyalist, ordudan atılan beş teğmen ve üç komutanı gösterdikleri “barbarlık” ve “dış proletarya” cesareti nedeniyle kutlama ziyaretine gitse muhtemelen o çekilmiş kılıçlarla kovalanır. Bunun yerine, Avcıoğlu’nun öngördüğü üzere yüzeysel Kemalist övgüler gururlarını daha bir okşayacaktır. Ama bu, Kıvılcımlı’nın tezlerinin yanlış olduğunun değil, Türkiye’de sol entelektüel ortamın kısırlığının göstergesi olacaktır. Kıvılcımlı, hayatını Türkiye’nin tarihsel, coğrafi ve sosyolojik özelliklerini incelemeye tahsis etmiş mücadeleci bir sosyalistti. Hayatın gerçeklerini okurken çoğu kez çağdaşlarının ezberini bozdu. Türkiye Komünist Partisi’nden ihraç edilmesi, 1936 Dersim katliamı karşısında koyduğu tavır sonucunda gerçekleşmişti. Kürt meselesinin önemini, 1930’lu ve 40’lı yıllarda komünist olmanın bedelini Kemalizm’in hapishanelerinde öderken kavramayı başaran belki de ilk fikir insanıydı.
Sonuçta, gördük ki ordu, 30 Ağustos günü çektiği kılıcını atamadı. Doktor’un deyişiyle “dış proleterler” bu kez “barbarlık” girişiminde bile bulunmamışken “tefeci bezirgân” AKP burjuvazisi tarafından elimine edildi. O kılıcı atmaya sahiden niyetli olsa ve de atabilseydi, ulusalcıların bize anlattığı cumhuriyetin altın çağına mı yoksa AKP’nin anlattığı Kemalist kıtlık, açlık ve zulüm yıllarına mı dönerdik bilemeyiz. Ama 12 Mart ve ardından 12 Eylül zulmünü yaşamış Türkiye solunun ve emek hareketinin deneyimleri ışığında, artık bu kılıç atma fiillerinden hayırlı sonuçlar beklememek gerektiği anlaşılıyor.