Ülkenin kuruluşu ile birlikte eşit yurttaşlık koşullarının yasada ve anayasada düzenlenmemesi, Kürtlerin yüz yıllık mücadelesi ile birlikte gerek komisyonda gerekse İmralı Ada Hapishanesinde yapılan tartışmaların yüzyıl öncesinde yapılan yanlışı düzeltmeye götürdüğü görülmelidir
Serhat Çakmak*
Kürtler Mezopotamya’nın kadim halklarından olup bugüne kadar varlıklarını sürdürmüşlerdir. Tarihi süreç içerisinde, varlığını daha çok yazılı olmayan ancak yazılı eserler kadar etkili olan sözlü gelenekleri ile sürdürmüşlerdir. Bunun sebebi, kimliklerini tüm dönemlerde kendi bölgelerinde en doğal haliyle, özgün bir şekilde hissederek yaşamalarıdır. Kendi geleneklerinin, kültürlerinin, yaşam biçimlerinin en doğal halini kendi içinde yaşayan ve bunu nesiller boyu aktaran bir toplumun tarih içerisindeki hakikati her zaman var olur. Mehmet Uzun bir kitabında, Homeros’un Odysseia ve İlyada destanlarının binlerce yıl geçmesine rağmen, kendi yerelliğini en doğal haliyle aktardığı için, evrenselliğini halen koruğunu belirtmişti. İşte Kürtler de kendi geleneklerini, kültürlerini, dillerini binlerce yıl geçmesine rağmen en doğal haliyle yaşadıkları için; Mezopotamya’nın kadim tarihi içerisinde, bir devletin garantörlüğü olmadan, yüz yıllık asimilasyon politikalarına rağmen unutulmadan bugüne kadar gelmiştir.
Tabi Kürtler bu var olma halini yani hakikati, bugünkü mevcut konjonktürde daha rahat bir şekilde dile getirebiliyor, fiili olarak da (henüz yasal ve anayasal bir karşılığı olmasa da) belli bir karşılığının olduğunu kabul ettirdi. Ama birinci dünya savaşının hemen akabinde ulus devlet sisteminin temellerinin atılması ile birlikte, yüz yıldır Kürtler bugün söylenenlerin bir karşılığı olarak ya inkar ya da baskının farklı yönlerine maruz kalarak yaşıyorlardı. Bu durum aynı zamanda bir toplum hakikatinin yirminci yüzyıl dünyasında sözde yerinin olmamasıydı. Bu sadece Türkiye’de olan bir durum tespiti değil, sadece dört parça Kürdistan’da da değil, mevcut dünya düzeninin yok saydığı bir sözde realitede vücut bulmuştur. Tabi bu durumun meydana gelmesinde, o dönem Kürtlerinin de eksikliğinin olduğunu kabul etmek gerekir. Kürtlerin, Birinci Dünya Savaşı öncesi ve sonrasında yaşanan gelişmeleri doğru okuyamama, sonrasında doğru zeminde bulunmayan ve örgütlü olmayan/dağınık bir görüntü vermeleri o dönemki tablonun ortaya çıkmasında etkili olmuştur. Önceki dönemlerde olduğu gibi politikanın, verilen sözler üzerine inşa edilen bir kavram değil, menfaatler üzerine kurulan, ulusları aşan bir dünya düzenine hizmet eden bir enstrümana dönüştüğünü acı bir şekilde yaşamışlardır.
Dünya insanlık tarihinin son iki yüz yılını dahi esas alırsak; gerek bireysel gerekse de kollektif haklılığın tek başına o hakkı elde etmek için yeterli olmadığını, ayrıca o hakkı elde etmek için bir mücadele yürütmek gerektiğini görmek gerekir. Kürtler de yüz yıllık ulus devletler tarihinde yaşadıkları tüm coğrafyalarda kendi varlıklarının tanınması için demokratik tüm mücadele enstrümanlarını zorlamış; bu demokratik mücadele çabası içerisinde her bir coğrafyada binlerce insanının hayatını kaybetmesi, binlerce insanının yerinden edilmesi ve dünyanın dört bir yanına dağılması, sürgün gittiği her ülkede eşit vatandaş olarak kabul görmeme hali ile karşılaşmıştır. Mevcut düzen, artık Ortadoğu’da Kürt varlığının kabul edilmesinin zorunluluğunu görse de bu varlığı bertaraf etmek için halen farklı girişimlerde bulunmayı da ihmal etmemektedir.
Bugün Türkiye’de devam eden müzakere süreci içerisinde tartışılan konular aslında yüzyıl önce uzlaşılan haklardır. Ama bu haklar 1924 yılı itibariyle anayasa ile vazgeçilen haklar pozisyonunu almıştır. Yani yüzyıllık bir halk mücadelesi, bizi yüzyıl geriye götürüp ülkenin kuruluş aşamasında ortak vatan içerisinde eşit vatandaşlık tanımına götürmekte. Bu durumda yüzyıllık yok sayışın sonucunun, yüzyılı heba edilen bir ülke gerçekliğinin olduğunu da görmek gerek. Bu realitenin toplumsal barışa, hayatını kaybedenler ve ardında kalanların üzerinde yarattığı tahribatı tarif etmenin de imkansız olduğunu kabul etmek gerek.
Yakın zamanda PKK’nin önce fesih kararı, ardından da silah bırakma töreni ile birlikte müzakere masasının koşullarının oluşturulması için önemli adımlar attığı, ardından müzakere masasının koşullarının oluştuğu; mecliste kurulan komisyon ile birlikte önceki dönemlerden farklı olarak meclisin sürece dahil edildiği, ilk defa bu düzeyde bir resmiyet kazandığı görülmektedir. Bunu hem başlayan müzakere süreci için hukuki korumanın başlangıcı olan bir adım olarak hem de süreç içerisinde aktif sorumluluk alan yetkililerin hukuki güvenliği açısından olumlu bir gelişme olarak değerlendirebiliriz.
Komisyon çalışmalarını ciddiye alarak göreve başlamış olmasına rağmen, Kürt toplumunda sürecin nihayete ereceğine dair inanç beklenen düzeyde olmayıp temkinli bekleyiş devam etmektedir. Bunun sebebi olarak, başlayan sürecin sadece Türkiye eksenli olmaması, özellikle Suriye’de yaşanan gelişmelerin müzakere sürecini doğrudan etkileyebilme ihtimali ve geçmiş süreçlerin toplumun hafızasında önemli bir yer tutması gözden kaçırılmamalı. Komisyon çalışmaları ile birlikte somut yasal değişiklikler oldukça; toplumun umudunun artacağı, sürece dair sahiplenmenin de tabana daha fazla yayılacağı zaman içerisinde görülecektir.
Ülkenin kuruluşu ile birlikte eşit yurttaşlık koşullarının yasada ve anayasada düzenlenmemesi, Kürtlerin yüz yıllık mücadelesi ile birlikte gerek komisyonda gerekse İmralı Ada Hapishanesinde yapılan tartışmaların yüzyıl öncesinde yapılan yanlışı düzeltmeye götürdüğü görülmelidir. Gerek Türkiye’deki iç siyaset dengeleri, politik hesaplar gerekse de Suriye özelinde Ortadoğu ve Dünyada yaşanan gelişmeler süreci doğrudan etkilemeye müsait bir durum, bu dengelerin maalesef Kürtlerin talep ettiği en doğal haklarını heba etmeye müsait olduğu görülse de burada gözden kaçırılmayacak bir husus var. Bu husus da ne dünya eski dünya ne de Kürtler yüz yıl önceki Kürtler. Kürtler demokratik siyaset zemininde, sivil toplumda, hukukta, diplomasi alanlarında örgütlü bir demokratik mücadele yürütüyor ve bu mücadele Avrupa’dan ABD’ye, Latin Amerika’ya, Asya’ya, Afrika’ya dek uzanmış ve meşruiyetini kabul ettirmiştir. Bu en temel hakları da tüm dünyaya mücadele ederek anlatmayı başarmış, aynı zamanda tüm dünyaya da alternatif olanın imkansız olmadığını ispat etmiştir.
Kürtlerin temel beklentisi bu sürecin nihayete ermesi ve gerek Türkiye’de gerekse Ortadoğu’da barışçıl bir coğrafya yaratılmasıdır. Bu fırsat değerlendirilmediği takdirde Kürtler temel haklarını elde edene kadar önceki dönemlerde olduğu gibi yine demokratik mücadelesini vermeye devam edecektir.
*ÖHD Eş Genel Başkanı