İnsan yerini cehennem de cennet de eyleyebilendir. Bir yaşanmışlık çağının tarihten beridir tembihlediğidir ve bu bir düş değil, bir gerçektir. Her şey zamanla değiştiği gibi yaşam da değişti ve insanı değiştirdi. Ütopyalar biraz da yaşanmışlıkların hatıralarıdır. Sayılar sayıları, kelimeler kelimeleri çağırır.
Bu günlerde İsrail’in Filistinlilere dönük iki yıldan fazladır sürdürdüğü sistematik yok etme harekatına karşı ses yükselten enternasyonal bir grup insanın yaşadıkları konuşuluyor. Özgürlük Filosu Koalisyonu’na bağlı “Madleen” adlı insani yardım gemisinde bulunan aktivistler, Gazze’ye dönük ambargoya karşı ölümü göze alarak yola çıktı. Özgür yaşam, ekoloji, barış, sömürge karşıtı, otonom gibi tanımlamalar etrafında mücadele eden bu isimler arasında ‘popüler’ isimlerin de var olması tüm kamuoyunun ilgisini çekti ve çekiyor.
Gazze’de yaşanan vahşetin boyutları henüz netleşmiş değil. Zira geçtiğimiz günlerde Gazze’deki hükümetin Medya Ofisi’nden yapılan açıklamaya göre, 7 Ekim 2023’ten bu yana 226 gazeteci katledildi. Gerçekleri kamuya aktarmaya çalışanları öldürmenin gerçekleri hedef aldığını hepimiz biliyoruz. Hamas tarafından yönetilen Sağlık Bakanlığı verilerine göre ise o tarihten bu yana Gazze’de en az 52 bin 535 kişi insan katledildi.
Kuşkusuz Filistin’de, Gazze’de yaşananlar büyük bir başkaldırıyı hak ediyor. Dünyanın gözü önünde ayda neredeyse yüz kişiden fazla insan katlediliyor ve bu bir sistematik yok etme harekatının bir planı. Gerçeği kabul etmek gerekir ki, çarpıcı bir fotoğraf ya da bir ‘hikaye’ gündeme gelmedikçe, tüm dünya bu ‘felaketi’ gündelik yaşamın hırgüründe ‘unutabiliyor.’ Buna isyan edenlerin de yanında olmak, seslerine rüzgâr olmak ise hayati.
Sayılar artık insanın yerine geçtiğinden beri kimin ne yaşadığının anlamı yavaş yavaş silikleşiyor. İnsanların sayıldığı yerlere bakalım; hapishaneler, kışlalar, hastaneler. İnsanların yaşadıkları farklı coğrafyaları düşündüğümüzde, bir başka boyut, bir başka hapishane ve üniformalar gerçeğine denk geliyoruz. İnsanlar gittikçe daha çok sayılıyor ve bu bir yalnızlaştırma ve yaşamsızlaştırma.
Sayılar dedik ve tarihe baktık, sonra yaşadıklarımızı hatırladık. Baas rejiminin Irak’taki Saddam Hüseyin liderliği Kürtlere dönük katliamlar yaptı. Akıllarda en çok kalan ve Kürtlerde travma yaratan ise Enfal Katliamı ve o katliam silsilesinin sembolü olan Halepçe Katliamı oldu.
İslam’ın kutsal kitabı Kuran’ı Kerim’de geçen bir sureden adını alan ‘Enfal’, Saddam Hüseyin’in Kürtlere yönelik kimyasal silahla yok etme harekatında kullanılan isim oldu. Yani Kürtlerin katli, dinen vacip bir vaziyete büründürüldü, propaganda edildi. 1986-1989 yıllarını kapsayan bu katliam silsilesinde 200 binden fazla Kürt katledildi. Yani 3 yılda yeryüzünden 200 bin Kürt silindi. Kimdi, neydi, ne yapardı, her biri, bilinmiyor artık, sayıldılar çünkü, sadece.
Biz Kürdistan’ın bu tarafındakiler de çocukluğumuzdan biliriz bu gerçeği; Saddam’ın o tarafla yetinmeyip buraya da elma kokulu kimyasal silah atacağını. Dağlarımıza bakardık ve keşke daha yüksek olsalardı diye hayıflanırdık. Kimi Kürtler, yer altında mahzen açtı, ölümden saklanacak yer aradı. Tuhaf bir çözüm de vardı, naylonlara dolanmak gibi. Hatırlıyorum bunu, hatırlamayanlara hatıramız (travmamız) oldu.
Irak’ta yıllarca pofpoflanan, propaganda edilen ‘bölünme’ kaygısıydı. Suriye’de aynı şey farklı biçim ve yöntemlerle yapıldı. İran’da da farklı değildi. Türkiye’de yapılan ise yaşadıklarımızdır, meşhur lafın dediği gibi; anlatmaya gerek yok, görüyorsunuz ve yaşıyoruz. Literatüre ise ‘sömürgeciliğin-emperyalizmin bumerang etkisi’ olarak geçmiştir.
Bugün İsrail’in Filistinlilere yaptıkları Benyamin Netanyahu ile anılacak en çok. Irak’ta Saddam, Suriye’de Esad’lar, İran’da önce Şah, ardından Molla idam rejimi, Türkiye’de İttihat Terakki Cemiyeti’nin kurduğu Cumhuriyet olamayan mecburiyetin baskısı ve yaptıkları ile anılacak.
Suriye’den Filistin’e, Ukrayna’ya, Fas’a, Pakistan’a kadar giden savaş hattında Kürt özgürlük hareketi ve önderi Abdullah Öcalan bir başka pencere açtı bu kıyam ve katliam yerinde. Kıymet ve kıyam birbirine çok yakın kelimeler, hem de fazla tehlikeli. Barış biraz kendinle başlar, sesinin gittiği her yere kadar gider, tam o zaman.
27 Şubat’ta Abdullah Öcalan’ın başlattığı bir süreç ve ardından PKK’nin kararı var ve bu günlerimizin içinden geçiyor. Sadece sokağımızda değil, tüm Ortadoğu’da etkisi olacak günlerin ortasındayız. Tarihi insan yazdı evet, ama tarihi insanlar değiştirdi. Bir değişim var ve belli ki dönüştürecek. Öz-biçim karşıtlığı değil, sentezi. Layıkıyla tartışılmayan gerçekler lakayt sohbetlere neden oluyor.
Cehennemler dedik, düşündük, cennetler dedik, tasavvur ettik. Çölde serap görmek gibi gelir belki önce, uzak olan yakınlaşır sonra. Asla romantik bir tuzak ya da tahayyül değil. Kelebek kanat çırpar, bir rüzgâr kalkar, başka bir yerde fırtına olur denilir, eyvallah. Bir kelebek de kanat çırpar, bir rüzgâr kalkar, bir yangını söndürür.
Denilmiştir, insan rüzgâr olmalı. Bazı rüzgârlara da kapılmalı. Türkiye rüzgârlı olsun, ferah bir rüzgâr ki cenneti düşünebilelim.
Haftanın kitap önerisi: William Saroyan, Yetmiş Bin Süryani / Çeviren:
Ohannes Kılıçdağı-Aziz Gökdemir, Aras Yayıncılık