Türkiye’de sokak hayvanları sorunu, yalnızca belediye uygulamaları değil, devlet politikaları ve uzun vadeli kültürel yönlendirmelerin sonucudur. Bir önceki haftaki yazımızda, hayvan hakları mücadelesinin kamusal algı ve sivil toplumun zaafları nedeniyle devletin çıkarlarına hizmet edecek şekilde biçimlendiğine ve gerçek mücadele alanının yeniden tanımlanması gerektiğine dikkat çekmiştik.
Bugün geldiğimiz noktada, hayvan hakları mücadelesinin yeniden tanımlanması ve stratejik olarak güçlendirilmesi zaruridir. 2021-2024 yılları arasında yaşanan süreç, sadece yasalarla sınırlı kalmamış; toplumsal algı, sivil toplumun tutumu ve devletin stratejik hamleleri ile şekillenmiştir. Ancak bu şekillenme, hayvanların korunmasından çok, devletin politik çıkarlarına hizmet eden bir zemine dönüşmüştür.
Bu dönemde birçok dernek ve federasyon, ne yazık ki kamuoyunu doğru bilgilendirmek ve güçlü bir direniş örgütlemek yerine, mevcut yasal düzenlemelere uyum sağlayarak, pasif bir duruş sergilemiştir. Bu tavır, “toplama kamplarının” meşrulaştırılması ve “doğal yaşam alanları” adı altında hayvan katliamlarının normalleştirilmesiyle sonuçlanmıştır. Öyle ki, hayvan hakları savunuculuğu yapanların bazı sloganları, devletin katliam yasasına giden yolunu döşemek için araç olmuştur.
2024 yasası ise bu sürecin en somut göstergesidir. Devlet, sivil toplumun zayıflığını ve parçalanmışlığını kullanarak, hayvanları yeniden “kontrollü ve sistemli” bir biçimde ortadan kaldırmayı planlamaktadır. Bu noktada yapılması gereken, sivil toplumun kendi içinde sağlıklı bir sorgulama ve örgütlenme süreci başlatmasıdır.
Artık “kavgadan uzak duralım”, “uzlaşalım” yaklaşımı hayvanlar için değil, mevcut sistem için kazanılmış bir zaferdir. Gerçek mücadele; devletin bu sinsi politikalarını teşhir etmek, toplumu bilinçlendirmek ve samimi, etkin bir dayanışma ağı kurmaktır.
Önerimiz, öncelikle devletin politika ve stratejilerini iyi analiz eden, hukuki ve toplumsal zemini kuvvetli bir direniş hattı oluşturulmasıdır. Bu direniş, sadece sloganlarla değil; saha çalışmaları, yasal mücadele, medya yönetimi ve uluslararası iş birlikleriyle desteklenmelidir. Unutulmamalıdır ki, hayvan hakları mücadelesi, sadece hayvanların değil, doğanın, insan haklarının ve toplumun geleceğinin de mücadelesidir.
Bu bilinçle hareket eden örgütler hem toplumda güven oluşturabilir hem de devletin planlarını boşa çıkarabilirler.
Pasif Yaklaşımlar ve Teslimiyet Tehlikesi
Hayvan hakları adına hareket eden ve uluslararası büyük firmalardan destek alan bazı federasyonlar, maalesef kendi destekçi kitlesinin sesini yeterince dinlememektedir. “Katletmeyeceksin” gibi net ve güçlü bir sloganla başlayan mücadele, bugün “acısız hayvan kesimi” gibi eğitimlerle kelimenin tam anlamıyla teslimiyet noktasına gelmiştir. Bu yaklaşım, “Evet, katledebilirsin ama canını acıtma” demek anlamına gelir ki, bu da temel bir teslimiyettir.
Gerçek hayvan hakları savunuculuğu, hayvanların yaşama hakkının tam anlamıyla korunmasını savunmalıdır. Bu nedenle, bu tür pasif ve uzlaşmacı yaklaşımlar sorgulanmalı ve destekçi kitlenin gerçek talepleri ve beklentileri göz ardı edilmemelidir. Aksi takdirde, mücadele sadece görünürde var olacak; gerçekte ise hayvanların yaşam hakkı ihlal edilmeye devam edecektir.