Epistemik şiddet; halkların —bu bağlamda Kürt halkının— tarihsel hafızasını, özne dilini ve bilgi üretim mekanizmalarını marjinal göstermeye çalışan, yok sayan ve yerine hegemonik anlatılar yerleştiren bir tahakküm biçimidir. Hür’ün Sayın Öcalan’a ve Kürt hareketine dair bağlamından kopuk, seçmeci ve indirgemeci yorumları bu şiddetin güncel tezahürlerindendir
Mehmet Kaya
Ayşe Hür’ün Kürt Özgürlük Hareketi’ne ve Sayın Abdullah Öcalan’a yönelik giderek keskinleşen eleştirileri, yalnızca bireysel bir pozisyon değişikliği olarak okunamaz. Bu dönüşüm, Türkiye entelektüel alanında Kürt meselesine dair yaşanan ideolojik restorasyonun çarpıcı bir göstergesidir. Söz konusu restorasyon, düşünsel bir yönelimin ötesinde; devlet aklıyla uyumlu yeni bir bilgi rejiminin inşasına işaret eder.
Öcalan, Demokratik Uygarlık Manifestosu’nda, modernitenin bilgi üretim süreçlerini hegemonik bir bilgi rejimi olduğunun altını çizer. Bu rejim, halkların tarihsel hafızasını silerken; yerine egemen iktidarın meşrulaştırıcı anlatılarını yerleştirir. Bu bağlamda egemen sistemin açık ya da gizli entelektüelleri, yalnızca düşünsel değil, aynı zamanda ideolojik bir işlev icra ederler.
Hür’ün sosyal medya paylaşımları ve Yeni Yaşam gazetesine yönelttiği eleştiriler, onun entelektüel pozisyonunun artık eleştirel tarihçilikten değil; seçmeci bilgi üretimiyle şekillenen bir hizalanmadan beslendiğini göstermektedir. Bu pozisyon, egemen bilgi rejiminin sürekliliğini sağlayan söylemsel mühendisliğin bir parçası hâline gelmiştir.
Zana Kanîreş imzalı “Judenrat Zanyarlar, ‘Hür’ Devletçiler ve Faşizmin ‘Sözcü’leri” başlıklı yazı, bu dönüşümü kavramsal olarak teşhir etmekte; Hür’ün tarihsel adalet değil, siyasal yönelim üzerinden konumlandığını göstermektedir. Bu yazıya verilen sert tepkiler, Kürt hareketine yönelik entelektüel saldırılar karşısında artık kavramsal bir karşı söylemin gelişmekte olduğunu da ortaya koymaktadır.
Tarihçilik mi, epistemik şiddet mi?
Türkiye’de tarih yazımı, yalnızca geçmişi anlatma çabası değil; aynı zamanda bugünün meşruiyetini üretme aracıdır. Ayşe Hür’ün son dönem tarihçiliği, artık hakikatin izini sürmekten çok, belirli bir siyasal hattın bilgisel tahkimine hizmet etmektedir.
Bu çerçevede, “spin journalism” kavramı Hür’ün söylemini anlamada işlevsel olsa da, yetersizdir. Karşımızda sistematik bir epistemik şiddet pratiği bulunmaktadır.
Epistemik şiddet; halkların —bu bağlamda Kürt halkının— tarihsel hafızasını, özne dilini ve bilgi üretim mekanizmalarını marjinal göstermeye çalışan, yok sayan ve yerine hegemonik anlatılar yerleştiren bir tahakküm biçimidir. Hür’ün Sayın Öcalan’a ve Kürt hareketine dair bağlamından kopuk, seçmeci ve indirgemeci yorumları bu şiddetin güncel tezahürlerindendir.
Michel-Rolph Trouillot’nun işaret ettiği gibi, tarih yazımında sessizlikler her aşamada işler. Hangisinin anlatıldığı kadar, hangilerinin dışlandığı da iktidar tercihidir. Gayatri Spivak’ın “Alt-kültürel özneler konuşabilir mi?” sorusu ise, bu bağlamda daha da anlam kazanır. Hür’ün tarihçiliği, Kürt Özgürlük Hareketi’nin sesini, kavramsal çerçevesini ve tarihsel öznesini bilgi alanından dışlamaktadır.
Hür’ün savunusu: Hakikatin mi, hegemonyanın mı peşinde?
Ayşe Hür, eleştirilere karşılık “bu mu sizin demokrasi anlayışınız”, “bağımsızlık”, “eleştirellik” ve “tarihsel gerçekçilik” gibi kavramların arkasına sığınmaktadır. Kendini savunma biçimi, entelektüel pozisyonunun ideolojik doğasını görünmez kılmakta ve nötrlük kisvesi altında meşrulaştırmaya çalışmaktadır.
Oysa “eleştirellik”, eleştirinin yöneldiği failden bağımsız ele alınamaz. Hür’ün söylemi, egemen bilgi rejiminin sınırları içinde kalmakta; Kürt hareketine dair söylemini bağlamdan kopuk ve indirgemeci şekilde inşa etmektedir.
Öcalan’ı “devletin adamı” olarak tanımlaması, onun 26 yılı aşkın süredir ağır tecrit koşullarında tutulduğu gerçeğini göz ardı etmekle kalmıyor; Kürt halkının siyasal özne olma kapasitesini epistemolojik olarak küçümsüyor. Bu yaklaşım, Spivak’ın tarif ettiği biçimiyle, “konuşamayan alt-kültürel özne”nin yeniden inşasıdır. Kürt halkı konuştuğunda ya da düşünsel üretim yaptığında bu sesi “devletle işbirliği” yaftasıyla marjinal göstermek, entelektüel kolonyalizmin bir biçimidir.
Öcalan’ın “Judenrat” benzetmesini antisemitizmle ilişkilendirmek ise, tarihsel bir kavramsal çözümlemeyi kriminalize etmektir. Bu yorum, ya kasıtlı bir çarpıtmaya ya da politik bağlamları anlama konusundaki epistemolojik dirence işaret eder. Zira burada hedef Yahudi halkı değil, işbirlikçiliğine dair tarihsel bir değerlendirmedir.
“Duygusallıkla değil, akılla konuşuyorum” tarzındaki üstenciliği ise, yalnızca ne söylendiğine değil, neye hizmet ettiğine bakılmaksızın kurulan entelektüel bir hegemonya aracıdır. Bu tutum, Kürt halkına dair hafıza, mücadele ve bilgi üretimini ya görünmezleştiriyor ya da itibarsızlaştırmaya çalışıyor.
Hülasa, Hür’ün savunusu, “tarihe sadakat” söylemiyle hegemonik bilgi rejiminin gönüllü temsilciliğini örtmeye yöneliktir. Gerçekçiliği savunmak başka; “gerçeği” iktidarın ihtiyaçlarına göre yeniden kurgulamak başkadır. Hür’ün yaptığı, ikincisidir.
Spin journalism ve ideolojik restorasyon
Spin journalism, kriz anlarında hakikatin bağlamından koparılarak yeniden kurgulanmasını; böylece hegemonik söylemin meşrulaştırılmasını hedefleyen bir medya stratejisidir. Bu tür söylem mühendisliğinin tarihçilik kisvesiyle yürütülmesi, ideolojik restorasyonun en sofistike biçimlerinden biridir.
Öcalan’ın “Judenrat” benzetmesini antisemitizmle ilişkilendirmek, bu bağlam koparmanın tipik bir örneğidir. Oysa benzetme, işbirlikçiliğe yönelik tarihsel bir göndermedir. Bunu yok saymak, tarihsel çözümleme değil; siyasal manipülasyondur.
Entelektüel kolonyalizm ve jineoloji
Ayşe Hür’ün feminist tarihçiliğiyle tanınmasına rağmen, Kürt kadınlarının bilgi üretimi olan jineolojiye dair süregiden sessizliği dikkat çekicidir. Jineoloji, yalnızca bir kadın hareketi değil; kadın merkezli, yerli ve mücadele temelli bir bilgi rejimidir.
Hür’ün bu üretimi sistematik biçimde görmezden gelmesi, yalnızca akademik bir eksiklik değil; Batı merkezli feminist çerçevenin dışındaki bilgi formlarını yok sayan entelektüel kolonyalizmin bir örneğidir. Michel Foucault’nun vurguladığı gibi, iktidar bilginin kurucu bir unsurudur. Hür’ün jineoloji karşısındaki sessizliği, bu kuruculuğun gönüllü taşıyıcılığıdır.
Sakine Cansız’ın dediği gibi, “Kürt kadınının kendi tarihini kendi elleriyle yazması”, yalnızca akademik değil; tarihsel ve varoluşsal bir eylemdir
Tarihçilik mi, söylem mühendisliği mi?
Ayşe Hür’ün entelektüel pozisyonu, arşiv bilgisiyle hakikati aydınlatan bir tarihçiden çok, mevcut güç ilişkilerine uygun bilgi inşasına katkı sunan bir figüre dönüşmüştür. Bu yalnızca bireysel değil; Türkiye entelektüel sahasındaki geniş bir hizalanmanın parçasıdır.
Edward Said’in işaret ettiği üzere, “entelektüel işbirlikçiliği” çoğu zaman doğrudan baskıdan daha etkili çalışır. Çünkü bu figürler, eleştiri kılığı altında egemen anlatılara entelektüel meşruiyet kazandırırlar. Bugün Hür ve benzerlerinin çabası, hakikati kurmak değil; onu yeniden paketlemektir.
Unutmaya ve epistemik şiddete karşı hatırlamak
Bu yazı, kişisel bir polemik değil; entelektüel sorumluluğun hatırlatılmasıdır. Tarih yalnızca geçmişi hatırlamak için değil; direnişin kavramsal zeminini inşa etmek için yazılır. Ayşe Hür’ün mevcut pozisyonu, bu zeminden bilinçli bir kopuşu ifade etmektedir.
Kürt halkı, bu tür entelektüel kolonyal yönelimlerin ve epistemik manipülasyonların farkındadır. Hakikat, ancak kavramların berraklaştığı, niyetlerin açığa çıktığı ve kolektif hafızanın korunduğu bir düzlemde savunulabilir.
“Her tarih yazımı, aynı zamanda bir unutma eylemidir” der Friedrich Nietzsche. Bugün sormamız gereken asıl soru şudur: Hakikati mi hatırlıyor veya yazıyor yoksa unutmanın/ unutturmanın ideolojik zırhını mı giyiyor?