Tayyip Erdoğan, yaptığı bir konuşmada ekonomik krize dair açıklama yaparken, ‘kalkan uçak ve helikopterlerin leblebi, fıstık atmadığını’ söylemişti. Genel olarak asılsız ifadeler ve açıklamalarda bulunmasına rağmen, uçakların fıstık atmadığı tespiti doğru bir tespittir. 13 Ekim Pazar günü Kuzeydoğu Suriye’de, Serekaniye yakınlarında sivil bir konvoyun başına gelenler, uçakların fıstık değil, bomba attığını gösterdi. En az 11 sivil hayatını kaybetti ve yüzlercesi yaralandı. Tezkerenin HDP hariç tüm partiler tarafından onaylanması ile beraber Türk ordusu, günlerdir tüm silahları, askerleri ve El-Kaide’den devşirip üniforma giydirdiği cihatçıları ile Rojava topraklarına saldırıyor. Kentler yakılıp yıkılırken, arkalarındaki yangını fon yapan, kendini gazeteci sanan savaş yalakaları bu dehşetin önünde şov yapıyor. Oysa arka fonda etnik kimliğinden bağımsız insanlar, çocuklar, yoksul askerler ölüyor. Tezkere Meclis’te kabul edildiği andan itibaren, ömründe hiç savaşa gitmemiş, savaşın yıkımıyla yüzleşip vahşetini görmemiş, sağdan, soldan, siyasetçisinden sanatçısına, akademisyeninden yazarına, milletvekiline bir sürü ucuz kahraman ölmeye, öldürmeye yolladıkları yoksul çocuklarının arkasından dua ediyorlar. Zenginler, yapabilecekleri en kahramanca işi yapıyor. Daha zengin olmak ve iktidarlarını sürdürebilmek için ölüme yolladıkları yoksul çocuklarının arkasından dua ediyorlar.
Bu savaşın, güvenlik ya da meşru müdafaa ile uzaktan yakından ilgisi olmadığı herkes tarafından kabul ediliyor. Bu savaş, ekonomik ve siyasi sıkışmışlığının ortasında, kendi partisi bile dağılma durumuna gelen sarayın iktidarını kurtarma savaşıdır. Erdoğan, 7 Haziran 2015’ten itibaren kaybeden bir liderdir. Kendinden olmayanı düşmanlaştırarak, kendi tabanını sağlamlaştırma politikası ve meşruiyetini neredeyse senede bir kurduğu sandık üzerinden sağlama çabası, 31 Mart ve 23 Haziran seçimlerinde sona gelindiğini göstermiştir. Düşmanlaştırdıkları, destekçilerinden fazla olurken zafer beklediği sandık, hezimet olarak geri dönmüştür. 23 Haziran’dan itibaren kendi tabanını kaybetmekle yüz yüze kalan saray tarihsel hamlesini yapmış, karşısında sandık üzerinde kurulan geniş ittifakı parçalamaya soyunmuştur. Kürt düşmanlığı nasıl ki AKP-MHP-ERGENEKON ittifakının birleştirici unsuru ise, karşısındaki blokun da parçalayıcı unsurudur. Erdoğan, karşısındaki ittifakı parçalamak için doğrudan Kürt halkına, onun dostlarına, HDP’ye saldırmayı tercih etmiştir. Seçilmiş belediyelere kayyum atama hamlesi kendi tabanında bile karşılık bulmayınca, elindeki tek ve son kozu devreye koymuş, ülkeyi kanlı bir savaşla yüz yüze bırakmıştır. İronik olan şu ki, Meclis’te HDP’yi yalnız bırakarak tezkereye onay veren muhalefet ve sosyal medyada dua metinleri yayımlayan “kahramanların” çoğunluğu söz konusu seçimlerde Erdoğan’a karşı oy vermiş ve HDP’yi alkışlamıştır.
Bu savaş, bütün Suriye topraklarına yönelen ve Suriye devletini hedef alan bir savaş değildir. Türk ordusunun saldırısının temel hedefi Kuzeydoğu Suriye Özerk Yönetimi ve Rojava topraklarıdır. Bu savaş Kürt halkına karşı yapılan bir savaştır. Kürtlerin Rojava’daki kazanımlarını yok etmek için başlatılmıştır. Doğal olarak bu savaş bütün Kürtlere karşı bir savaş olarak okunmalıdır. Dört parça Kürdistan halkları ve dünyanın değişik ülkelerine dağılmış Kürtler bu saldırıyı böyle okumuş, buradan tepki vermiştir. Saldırıya karşı çıkış talebi de ilk olarak buradan verilmelidir. Devlet, Kürt halkına karşı izlediği soykırım savaşına son vermelidir.
Türkiye halkları, saray ve onun arkasına dizilen sözde muhalefet tarafından sonu görülemeyen karanlık bir çatışmanın ortasına sürüklenmiştir. İktidarını sürdürmek, Rojava’daki özgürlük ateşini söndürmek ve halkların direnişini kırmak adına girişilen savaşın faturasının ne olacağı henüz kestirilememektedir. İlk elden söylemek gerekirse bu fatura yoksul halklara çıkacaktır. Savaşın insani, ekonomik ve siyasi maliyeti görüldüğünden ve sanıldığından ağır olacaktır. Bir-iki ülke hariç neredeyse tüm dünya savaş ve işgal politikalarını kınarken, pek çok ülke silah satışlarını askıya almıştır. Bu yazı kaleme alınırken ABD ve Rusya arabuluculuğu ile Suriye Özerk Yönetimi ve Şam arasında bir mutabakat sağlandığı, Suriye ordusunun saldırı altındaki kentleri korumak için harekete geçtiği haberi sosyal medyaya düşmüştü. Zamlar, işsizlik ve siyasi krizin ortasındaki ülke, savaş görüntüleri, ucuz zafer naraları altında, kendi gerçekliğini unutmuş olsa da, hayat tüm acımasızlığı ile tüm gerçekliği halkların yüzüne vuracak, elbette yaşanan tüm sıkıntının faturasını, savaşa onay ve destek verenler ile seyirci kalanlara kesecektir. Gelmekte olan hafta pek çok gelişmeye gebe bir hafta olarak görünmektedir. Savaşın seyrinin nasıl gelişeceği, ülkelerin ve savaşan güçlerin nasıl konumlanacağı muhtemelen yakın zamanda belli olacaktır. Tüm bu muğlaklık içerisinde belirginleşen görüntü, sarayın kendisiyle beraber bütün bir ülkeyi derin bir yalnızlığa sürüklediği görüntüsüdür. Türkiye sosyalist hareketi, emek ve demokrasi güçleri, sarayın savaş politikaları arasındaki tutumunu, savaşın Kürt halkına karşı yıkım savaşı olduğu gerçeğini ve iktidarın zorbalık düzeninin devam etmesini amaçladığını tüm çıplaklığıyla ortaya koymalı, savaşa karşı tutumunu sözden pratiğe geçirmelidir. Savaş, sarayın savaşıdır. Ve saraya karşı emek, demokrasi ve özgürlük güçleri omuz omuza gelmelidir.