Sıkılan ve sıkışan sınırların ardı arkası kesilmiyor. Haber bültenlerinde ve mezarlıklarda dolaşan bir fısıltı, insan insan, ev ev, sokak sokak birer boşluk bırakıyor. Açılan kapıların, kırılan kapıların ve kapanan kapıların rüyaları var, kâbusları da var; insanın uykularını hiç ediyor.
İnsanı tenhaya çeken tereddütler, kimyasına karışan tespitler, hüzün bulutları, ezberlerin rahatlığı gelir ve tüm geleceği rehin alır. Delik deşik edilmiş vedalar, sırlara şahit olan gündoğumları, derdest edilmiş günbatımları, terk edilmiş manzaralar sunar. Bakakalırız, bizi keşmekeşinde harcayan zamana ve mekanlara.
Kaydettiklerimiz bir anda kaybettiklerimize benzeyince, iflah olmaz bir efsaneye mazhar oluruz. Gidenlere serenatlar, kalanlara umutlar, bir daha diye diye kanat çırpmalar, insanı kendi kendine düşürür. Bizim büyük fiyaskolarımız, alkışlanan daniskalarımız, vaaz edilen mecburiyetlerimiz ve çağımızın yangınları bizim en büyük yanılgımız. Bu sonlara her renkten güller atılmalı.
Ehlileşmek tertip edilirken, ehemmiyetler salık verilirken, her ev bir içeri ve büyük bir kayıp ile ayıp meselesi. Bir çarşıda ya da bir şarkıda mırıldanan bir nakarattır; Kalabalık insan, yabancı insan, yalan insan ve her harfinden gırla sıfat saçılacak kadar insan.
İnkârların saldırısı bitmiyor, ithamların teşebbüsü durmuyor, ısrarların şüphesi devam ediyor ve ıstıraplar şöleni yeniden başlıyor. Dünyanın adı değişse bile yörüngesi değişmiyor. İllüzyonu yenip, simülasyonları terk edip, sihirbaz gibi atomaltı parçacıklara dokunarak, hakikate bakarak, yollara düşmek gerek. Dağlardan uzaylara, kan revandan yemyeşil ovalara.
İnsanın mayın tarlaları var, uçurumları var, uçları var, uçsuzlukları da var. Gücün zemin değiştirmesi, yılların bir yerlerde kalmasıdır. İnsanın bazı yılları bir yerlerde kalıyor ve geri gelmiyor. Dünya dönüyor, kahır geri çekilmiyor ve umutlar insanın tüm bakışlarını ablukaya alıyor.
Serzenişlerin huyu, ayrılıkların uğultusu, dikkatlerin buyur etmesi tahminleri şaşırtıyor. Zaten her günün bir kıymeti harbiyesi kendi içinde bir oyuk. Devamını kaybetmiş bir gün, kördüğümüne kadar uzanan bir ip, kendini bulamayan insan, yakın olan her şeyi kovup duruyor.
Birilerinin dedikleri, birilerinin de diyemedikleri yankılanıyor yeryüzünde. Birilerinin bildikleri, birilerinin de bilmedikleri dolaşıyor gökyüzünde. Bildikleriyle ölenler var burada, bildiklerinin ağırlığı altında kalanlar da var ve kaldıramayanlar. Saklanan ve ayyuka çıkan nedenler, birilerine son, birilerine de sonuç oluyor. Burada çok şey oluyor ve bazı şeyler olmaktan vazgeçiyor.
Bir sarsıntı gelecek, bir titreme ve bir yoklama. İnsan ve dünya birbirine bakıp dönecek, sonra da kimse dönemeyecek, dünya hariç. Sevgiler, öfkeler, sevinçler, üzüntüler mevsimi gelip geçecek ve herkes yaşadıklarıyla kalacak. Kehanet değil, emsal bir yaşamak ağrısı her yerde kendini hatırlatıyor ve biz baktığımıza benziyoruz.
Daimi serüven, yılmayan sesleniş, yorulmayan adımlar, patikalar ve kayalıklar, sonra olanlar ve gelecek. Bir bekleyiş, bir şüphe ve merak aynı aynaya bakıyor. Kesintiler ve kesitler ve elbette parantezler bir cümleye çalışıyor. Bir cümlede saklanan dünya, dünleri ve yarınları gösteriyor. Hayat, birleşik yazılıyor.
Haftanın kitap önerisi: Beatriz Sarlo, Geçmiş Zaman-Bellek Kültürü ve Özneye Dönüş Üzerine Bir Tartışma/Çeviren: Peral Bayaz Charum-Deniz Ekinci, Metis Yayınları