Hayatlarımızın intikal ettiği yerlerin bir durağında bekliyoruz. Tahammüller ve teamüller arasında gidip geliyoruz. Kendimize sınırlar ve sinirler bulmaya aşinayız, başkalarının önünde durmak nedir, başkasının önüne geçmek nedir, biliriz. Biz evet, bildiklerimizle kuşatılıyoruz bazen.
Öğrenmek mühim, öğretmek mümkün dediğimiz yerlerde dolaştık. Mumları yaktık, ışıkları kapattık ve ateşler yaktık.
Bir ses der; Ateşi bulanın cehennemi bulduğunu anlamamıştık.
Bize övgüler, size iftiralar cenderesinden sıyrılmıştık bir zamanlar. Çembere benzeyen dünya, yaşamı çevreliyor ve çerçeveletiyor. Her hükmüne herkesin yakın olduğu, hatta içinden geçtiği bir rüya gibi bu zaman, geçmişlerden vazgeçmiyor. Islanmış bir gerçektir; gelecek gelmiyor.
Hataların güzergahı diye bir şey var, bazen insana kuyu aratır, hatırlamayı hatırlatır. Bir yerden bir yerlere gitme veya varma ya da dönme şekli. Vukuatlı günlerimiz, unuttuğumuz güzel günlerimiz, unutmak istediğimiz yıllarımız aynı saksıda bir sürü çiçek. Renkler de soluyor, sonların da sonu geliyor.
Berbat bir sessizliğin ağrısı var. Bayat bir sevginin hüsranı var. Beklenmeyen ve beklenen kamaşmasında, bir karşılaşma, bir karmaşıklaşma ve karışma görülür. Acılar ve kehanetler durdurur, durumlar birbirini itekler. Düşenin de düşü vardır, düşerken de vardır ısrarı götürüp hiçbir yere bırakmaz.
Serüvenler serbest bırakılmıyor. Yaşamanın içtihatları var ve teşebbüsleri var. İstismar edilen istisnalar, deviriyor ve devriliyor tek tek. Gecikmeler çağı başlıyor; tökezleme yerleri, seke seke yürüme günleri, yalpalayarak yürüme akşamları, nam-ı diğer sergüzeştler.
Heybetinin büyüklüğünden ve serin gölgesinden sual olmaz huzurun geçmişine merak salmak, hatta meraklar salmak. Bir başlangıca davetiye yollamak ve yollara çıkmak. Kimse gelmezse biz gideriz demek cesareti ve hüsranı aynı soruda kendini asıyor, bir parantez açıp noktayı arıyor, sonlardan düşmek istiyor.
Üşüyen tercihler, tekrarların dallarında kalanlar ve özgürlüğü tarif ve taltif edenler var. Herkes bir yana, birileri de yan yana. Tümsekleri var bu adımların, tehlikeleri var bazı sonların ve soruların. Efkarlı sözlerin ihtişamı var, eleklerden geçmiştir. Bazen bir cevap, bazı kötüleri ve kötülükleri yenilmeye çağırır.
İhanete uğrayan tedbirler, uğursuz sayılan umutlar, korkutan serzenişler aynı anda ve birden uğruyor hayatın kıyılarından orta yerlerine. Gidenlerin izleri, kalanların ağırlığı, dönenlerin hışmı her şeyi hizaya getiriyor ve atılan adımlar siliniyor. Bize bahşedilen hiçliklerin eşiğinde birbirimizi arıyoruz.
Hallerimize halsizlikler ısmarlayarak, sonra da ertelemelerin kapısına dayanarak çıkmaz sokaklara varıyoruz. Yas bulanmış acılar, heder çökmüş kederler, gıpta ile izlenen kahırlar birer aynadır ve bize bakmaktan yorulmayandır. Zaten biz yaşamamaya hizmet ederek, hayata yeni tarifler veriyoruz.
Yakınlara sürgünler, uzaklara yeni gözler, dağlara görkemler, ovalara alkışları sır etmek lazım. Elimizden gelenler ve ellerimizi bağlayanlar durmadan yer değiştirirken, bize yersizliğin serin durakları ve gölgesi lazım. Hayat bağışlıyor ve bağlıyor bizi. Bizi hayata bağışlıyor birileri. Birileri hayata bağlıyor bizleri.
Haftanın kitap önerisi: Birten Demirtaş Özbek, Bir Fırat Hikâyesi-Sonsuza Kadar / Dipnot Yayınları