Tedbirlerle hayata başlayanlar, tehlikelerle sık sık karşılaşanlar, bir arada yaşayıp ayrı ayrı büyüyenlerdik. Kimisi gitti, gelmedi, gidemedi, dönemedi. Kimisi de kaldı ve kandı. Karla karışık bir yağmur gibi, karmakarışık bir çağda yaşadığımıza şahit olduk.
Tarih sayfa çevirdi, diye bir teselli ile kendimize sorular sormaya devam edelim.
Yangınlar, enkazlar, sesler, gürültüler, ölümler, hüzünler ve destanlar. Sırayla yazılamayacak kadar hızlı yaşandı, sonra alışıldı ve alkışlandı. Ertelenen hayatlar, ertesiz kalan hayatlar birbirini takip ve tahrik etti. Kanlar ve gözyaşları bazı zamanları durdurdu, bazı zamanlara parola, tespit ve pusula bıraktı. Her sınırın bir de siniri vardır; yol açar, haritalarda da görünür.
Beklenenler ve beklenmedik olanlar günleri, unutulmuş hayalleri hatırlama geceleri; birbirinin yerine geçip, birbiriyle yarışıyor. İnsanın enkazları var, molozları var, harabeleri var ve harbi var. İnsan bir cephe, dünya da bir savaş yeri.
İnsan düşündükçe düşen bir kederin orta yerinde kendine bakıp duruyor. Hayıflanan gerçeklerin ablukasında sürüyor yaşam ve bir şeyler durmadan hem eskiyor hem de eksiliyor. Bir yerlere bakmaktan gelenler, bir yerlere bakmaya gidenler hayretle birbirini görüyor.
Tarihi saatler, ölümcül anlar, temkinli günler, uzayan geceler ve geçmeyen geçmiş ile gelmeyen gelecek; bize bakıyor ve baktıkça benziyor. Taklitler mevsimi, erteleme modası, ehlileşme rüzgârı herkesi bir yerden alıp başka bir yere götürüp bırakıyor.
İhbar edilmiş yarınlar ve intihar etmiş bugünler coğrafyasında, düşlere düşüşler, umutlara da kelepçeler yaklaşıyor ve yakıştırılıyor. Biçiminden sürülmüş öz, özüne yabancılaşmış biçim kıskacında tüm aynalar kör. Rüyalara kaçışlar, karabasanlara kaçmalar bulma yarışı yaşamak sanılıyor.
İnsanın insana yerleşmesi, insanın insanı taşıması, insanın insandan yorulması ve en sonunda insanın insansızlığa göçü, kimseleri yerinde bırakmıyor. Dünya bir sürgün yeri ve anladığınla aldanma yeri. Buradan çıkmak yok, burada kalmak da yok.
Hassas cevaplar, gaddar sorular, umursamaz imlalar ve imalar dolu günlerin cenderesi, herkesi tek tek, canım canım imha ediyor. Denk gelen acılar, dert veren yaşamlar ve derdest eden tesadüfler kıskacında, yaşam yaşanmıyor. Her şey sayıldığından beri, sanılıyor her şey ve herkes.
Sürpriz haberler, krize sürükleyen gelişmeler, kafaları karıştıran vaatler, yeminler, teminatlar, tereddütler, kaygılar, heyecanlar, hüzünler ve daha neler neler hayatla karşılaşıyor ve karışıyor dünyaya.
Gerçeklerin takas edildiği, umutların heba edildiği, rüyaların berhava edildiği günlerin cenderesi, herkesi kuşkular çarmıhına çağırıyor. Bu çağ bir çarmıh çağrısı diye diye vazgeçtiğimiz ne varsa artık bizimle yürüyor. Alışmak ve anlaşmak güzergahında herkes yolunu unutarak yaşamaya devam ediyor.
Kelimelerde mucizeler, söylevlerde kapılar arayıp durduk. Bazen çöller, bazen dağlar, bazen denizler, bazen de buzulları aşıp yola devam ettik. Yağmurlar, karlar, fırtınalar, boranlar, depremler ve türlü afetlere aferinler ısmarladık. Islandık, savrulduk, yıkıldık ve bir daha geldiğimiz yolları bulamadık.
Durmadan vuruluyoruz, bazen de durup durup düşüyoruz kendimizden ve kendiliğinden. Başlangıçlar bulacağız diye bir pencere açıldı bir gün. Karanlıklara perdeler çekildi ve herkes güneşe baktı. Bu dünya bir pencere, bu dünya bir bakma yeri, bu dünya bir bıkma yeri ve asla bulamama cephaneliği.
Haftanın kitap önerisi: Eduardo Galeano, Tepetaklak-Tersine Dünya Okulu / Çeviren: Bülent Kale, Sel Yayınları