Şiirlerinde insan sorumluluğuna dikkat çeken Şair Şükrü Erbaş, varoluşun ilkesel tutumunu ‘Bu dünyada her insan olup biten her şeyden sorumludur’ diyerek insanı ve toplumu harekete davet ediyor
Mahsum Sağlam
Kuş uçar kanat ağlar’ kitabında şöyle der Şair Şükrü Erbaş: “Biz hepimiz yalnızlıktan yapılmış birer baş dönmesiyiz. Her şeye sahip olduğumuz sanısı, her şeye gücümüzün yeteceği yanılsaması, her şeyin etrafımızda döndüğü kuruntusu… Bütün varlığımızı teslim alan bir hız, dine dönüşmüş bir hız, her şeyi toza çeviren bir hız, aklımızı da kalbimizi de burgaç gibi yerin dibine çekiyor. Kapısız penceresiz bir kalabalık, bizi oturduğumuz kaideden koparıp, tanrısal bir kibirle, her şeyi küçümser hale getirdi. Tuhaf bir gölgeye döndük. Birisine hayranlık duyduğunda ancak ete kemiğe bürünen bir gölge-ye. Doğayla bağlarımızı kopardık ve iyilik duygumuzu yitirdik. Başkalarını anlama ve sevme yetimizi yitirdik.”
Beni unuttunuz mu?
Geçtiğimiz günlerde İstanbul Beyoğlu ilçesinde bulunan Mezopotamya Kültür Merkezi’nde (MKM) Şair ve yazar Şükrü Erbaş şiir dinleti gecesi düzenlendi. Erbaş geceye başlamadan önce MKM’nin kendisini arayınca “Başınıza taş mı düştü, bunca zamandır neredeydiniz, beni unuttunuz mu” dediği telefon görüşmesini keyifli bir şekilde aktarırken Erbaş 97 yıllında Ahmed Arif’i anma gecesinde Yusuf Hayaloğlu ile MKM’de düzenledikleri şiir gecesini değerli şairleri de anarak başladı.
Erbaş’ın durduğu yer
Bu kültürel etkinliğe başlamadan Erbaş kendini tanıtırken “Bu ülkenin en ortasında doğdum” demesi sadece Yozgat’ın bir köyünün haritada bu coğrafyanın tam ortasına denk gelişi değildi elbet. Erbaş aynı zamanda bu coğrafyanın ortak vicdanı olan seslerin bir devamcısı olarak duruyor. Erbaş salt şair yazar yönüyle değil kendini bir devrimci olarak tanımlar ve şiirini de sosyalist bir düşüncenin eşitlik paydası üzerine kurar. Bu eşitlik ortak yaşamın ve bu coğrafyada çıkan tüm sorunların çözümünün kodlarını sunar.
Şiirlerinin anatomisi
Şiirler kendilerini anlatırlar diyen Erbaş, şiir üzerine en çok ta şairlerin konuştuğunu söyleyerek, Erbaş şiir dinletisi öncesi düşünce yapısını ve şiirini oturttuğu eşitliği şu cümlelerle ifade ediyor: Tüm topluma ve o toplumun kaybolmuş yalnızlıklarının çürümüş insan tekine şunu söylüyorum; Yeryüzünde ve evrende dokunmazların, doğmakla elde ettiğin varoluş hakların var. Kültürün, dilin, kimliğin var. Senin sustuğun yerde kimse özgür değildir. ‘Beni ne ilgilendirir’ diye bir şey yok. Bu dünya üzerinde her şey sizi ilgilendirir.” Erbaş bu sözlerle kapitalist modernitenin liberalizmine bana neciliğine eleştiri gönderir.
Şiirlerinde insan sorumluluğunu ve birlikte yaşam kültürünü salık veren Erbaş, varoluşun ilkesel tutumunu şöyle dile getirir: “Dostoyevski, ‘Bu dünyada her insan olup biten her şeyden sorumludur’ der. Benim coğrafyamda her şey güzel diğer yerden bana ne değil. Pategonya’daki bir salgın hastalıktan biz sorumluyuz. Filistin’deki acıdan, siyahların yaşadığı, Kürtlerin, Ermenilerin, bu coğrafyada yaşadığı acılardan ben sorumluyum hepsinde payım var. Bu acılar karşısında eğer ağzımı açmıyorsam sesimi çıkarmıyorsam o acıları çoğaltan güruhtan hiç farkım kalmıyor demektir. O yüzden senin sustuğun yerde benim sustuğum yerde kimse özgür değildir. Beni ne ilgilendirir diye bir şey yok. Öteki yok, öteki hepimiziz, benim ötekim sensin, senin ötekin benim. Varlığın doğanın bize çok güzel bir bağışıdır. Beni bu dünyada ayakta tutan en önemli en değerli en onurlu şeylerden senin varlığının benim varlığıma kattıklarıdır. Temel şeylerden birisi bu. Bu birlikte yaşama kültürüdür. Benim dışımda canlı cansız varlıkların oluşturduğu bir varlık benden uzak değildir.”
‘Eşit kılmak içindir şarkımız’
Erbaş, Nâzım ve Neruda’yla birlikte dünyamızın en güzellerinden biri olduğunu düşündüğü Yannis Ritsos’un ‘İnsanı eşit kılmak içindir şarkımız’ çarpıcı cümlesini ekler ve sözlerini şöyle dizer: Sen acı çekerken benim onurum kırılıyor. Adalet güçlünün arka bahçesi değildir. Sen devletin hapishanesinde duvarındaki taş değilsin. Senin harfin devletin cümlesinden daha büyüktür daha değerlidir. Yüce olan senin alın terindir. Düşündüğünü söylemeyen insanın fikri yoktur. Korku kimseye yere bir yere götürmez. Senin dilinde senin kadar biriciktir. Eşitliğin olmadığı yerde sevgi bir boyun eğiştir” bedenine izin vermediğin hiç kimse aşk adına bile olsa dokunamaz. Sen öldükçe benim mezarım büyüyor. Ben sana inanıyorum sende bir başkasına inan. Taşların bile yağmurlardan rüzgarlardan, güneşten öğrendiği var. Emeğin, barışın özgürlüğün ve adaletin onurlu geleceği hepimizin elinde. Sadece bana ve size kesin bir şey değil bu. Acı gören her halk için bu kesindir. Sen acı çekersin sen mücadele edersen kurtarırsın paçayı diye bir şey yok. Sen o mücadelenin göz bebeğinde yer almadığın sürece senin yaşamaya hak edecek bir geleceğinin olamaması lazım olamaz da zaten. Sensizde bensizde yeni bir dünya kurulamaz. Hiçbir güç senin yaşama hakkından daha büyük değildir.”
Krala çıplaklığını söylemek
Biz hangi cümleyi kurarsak kuralım hangi şiiri okursak okuyalım sizinle bir yerde dönüp dolaşıp bunları söylemiş oluyoruz diyen Erbaş, “Bu sözler güzeldir insanı kendine inandıracak kadar güçlüdür. İnanmak güçtür. Ancak insan inanır. Yalnız olduğu için inanır, onuru kırıldığı için inanır, acı çektiği için inanır, haklı olduğu inanır, sevmek istediği için inanır, yaşamın ölümden büyük olduğu için inanır. Bu sözler devlet ve başka güçler tarafından bütün varlığı rüyası ve coğrafyası baskı altına alınmış, korku ve şiddetle götürülmemiş insanın gelecek talebi ileriye doğru söylenmiş sözlerdir. Bu coğrafyada ezilene yıkıldığı yerden kalkıp sormasını gözlerinin içine bakmasını öğretmiştir. Bedeli ağır olmuştur. Bu sözleri söyleyen herkes farkında olsun olmasın geleneksel devlet algısının karşısında durup krala da tebaasına da çıplaklığını ve suçluluğunu göstermiştir.”
‘Yalnızlıktan geberiyoruz’
Erbaş şiirlerinde insanoğlunu harekete çağırır ve şunu söyler: Şiirler, bizi bir hafıza kaybına dışına çıkarır. Arthur Miller, ‘Bir zamanlar insanlar hayatlarında memnun değillerse devrim yaparlardı şimdi alışverişe çıkıyorlar.’ Müthiş bir hafıza kaybı dönemi yaşıyoruz. Bütün bir toplum akıl dışı bir hafıza kaybı dönemi yaşıyor. Evlere kapanıyoruz geriye çekile çekile yaşıyoruz. Ülkemizi, dilimizi, kültürümüzü, kimliğimizi her şeyimizi bir hapishaneye dönüştürüyoruz. Sokağımızı, mahallemizi evin içindeki odaya kadar geri çekiliyoruz, hepsini bir hapishaneye çeviriyoruz kendimizi tıkıyoruz, içine, burada yaşamaya çalışıyoruz. Dilimiz hapishanede, gövdemiz hapishanede, her şey hapishanede ama biz bu dünyada yaşıyoruz öyle bir şey yok yaşamıyoruz. Biz saniye saniye çürüyoruz kimseye dokunmadan. Albert Schweitzer 1940’larda Afrika’da bir yerde bar bar bağırıyor; ‘Biz hepimiz yalnızlıktan geberiyoruz.’
‘Hareketsiz güzellik’
Erbaş görevinin bireyi ve toplumu harekete geçirmek olduğunu vurgular. Hint şiirin en büyüğü Tagor’un sözünde alıntılayarak hareketsiz güzellik der Erbaş ve Tagor’un sözünü hatırlatır: ‘Senin dilin taşa hapsedilmiştir hey hareketsiz güzellik’ evin taşı, hapishane taşı, devletin taşı vb. Hareketsizlik güzellik diyor, güzellik hareket halinde olmak zorunda olmazsa ölür çürür. O taşın dışına çıkarmak benim görevim. İnsanlara suna bilecek başka bir değer yok yaşama gücü ve değeri adına. Hareketsiz güzelliğini taşın dışına çıkart.”
Gece elbette ki şiir dinletisi yanında MKM sanatçıları Engin Cengiz, Orhan Kara ve Zelal Suyu’nun söylediği eşsiz Kürt müziği stranları geceye ayrı bir güzellik kattı.