Kürdistan Bölgesi’nde yeni kabinenin kurulması için yürütülen görüşmeler aylardır sonuç vermiyor. Seçimlerin üzerinden 10 ay geçmesine rağmen hala hükümetin şekillenmemiş olması, halkın siyasetle arasına koyduğu mesafeyi gittikçe açıyor. Gözler yeniden KDP ile YNK arasındaki görüşmelere çevrildiyse de olumlu bir gelişme yaşanacağı konusunda kimsenin beklentisi yok.
Masada en büyük tartışma başlıkları yine aynı: Başkanlık yetkileri, içişleri, doğal kaynaklar ve maliye bakanlıkları. Taraflar bu pozisyonları adeta “kırmızı çizgi” ilan etmiş durumda. Ancak gelinen noktada bu tutum, hükümet kurma sürecini bir demokratik sorumluluktan çok, partiler arası güç paylaşımı pazarlığına dönüştürüyor.
YNK çevrelerinden verilen mesajlarda ise “uzlaşmaya açık, halkın iradesini gözeten bir yaklaşım” vurgusu dikkat çekiyor. YNK, özellikle parlamentonun açılması ve seçim sonuçlarının hayata geçirilmesi konusunda daha fazla adım atılması gerektiğini dile getiriyor. Buna karşın KDP’nin kritik bakanlıklar üzerindeki ısrarı, süreci yavaşlatan en büyük nedenlerden biri olarak görülüyor.
Kaynaklar, Eylül ayında parlamentonun toplanması yönünde uluslararası baskının giderek arttığını belirtiyor. Batılı ülkeler, Kürdistan Bölgesi’nde siyasi tıkanıklığın aşılmasını “bölgesel istikrar” açısından zorunlu görüyor. Bu mesaj, konsoloslukların YNK ve KDP yetkilileri ile yaptıkları görüşmelere dair yapılan açıklamalarda öne çıkıyor. Ancak tarafların “Batı’ya mesaj” vermek için sözlü taahhütlerde bulunması, pratikte ise bir takvim ortaya koymaması dikkat çekiyor. Bu da Kürdistan Bölgesi yönetimini de facto bir biçimde elinde bulunduran iktidarın sadece zamana oynadığını ortaya koyuyor.
Süreç yalnızca partilerin hesaplarıyla sınırlı kalmıyor. Halk çekişmeden doğrudan etkileniyor ve bunun ağır bedelini “köksüzleşme” olarak ödüyor. Artlarına bakmadan gençlerin ülkelerinden kaçışı, maaşların alınamayışı, halkın sadece ekonomik gerekçelerle sokaklara çıkması, ulusal gelişmelere kayıtsızlık, artan kadın cinayetleri, kadınların yakılması vakalarındaki artış bu politikanın bir ürünü olarak karşımıza çıkıyor.
Parlamento işlevsiz bırakılmış durumda ve halkın seçtiği temsilciler aylardır devre dışı. Hal böyle olunca Kürdistan Bölgesi seçimlerine katılım oranlarının neden her dönemde daha da azaldığı daha iyi anlaşılıyor. Halk, kullandığı oyun ve ortaya koyduğu iradenin bir karşılığının olmadığını tecrübe etmiş durumda. Kasım ayında gerçekleşecek olan seçimlerde katılımın en düşük seviyelere düşmesi bu açıdan sürpriz de olmayacaktır. Kürdistan Bölgesi’ndeki kabine krizi, artık basit bir görev paylaşımı meselesi değil. Bu tablo, kurumların parti çıkarlarına göre şekillendirilmesinin ve halkın iradesinin ikinci plana itilmesinin açık bir göstergesi.
Kürdistan Bölgesi’nde dar siyasi çıkarların sebep olduğu bu siyasi istikrarsızlık durumu, sadece kabinenin kurulmasını engellemekle kalmıyor, Kürdistan Bölgesi’nin Irak içindeki siyasi ağırlığını da zayıflatıyor. Irak, Kürdistan Bölgesi’nin mevcut siyasi boşluklarını, Bölge’ye daha fazla müdahale etmenin gerekçesine dönüştürüyor. Irak Kürdistan Bölgesi’nin petrol ve petrol dışı gelirlerini gittikçe kontrol altına alan bir mekanizmayı daha kararlı bir şekilde hayata geçiriyor.
Peki Ortadoğu ve Kürdistan’da kazanların kaynadığı bu süreçte ne yapılmalı? Şüphesiz Kürdistan Bölgesi’nin mevcut hali Kürtlerin geleceğini riske atıyor. Bugün asıl ihtiyaç, koltuk hesaplarını aşan bir yaklaşım olmalı. Kürt kamuoyu, “Kürdistan Bölgesi’dir, normaldir” deyip durumu es geçmemeli. Kürt demokratik siyaset çizgisi, Kürdistan Bölgesi’nin mevcut krizinin aşılması ve yönetimin demokrasiye duyarlı, ulusal ve toplamsal çıkarları esas alan veya ona hizmet eden bir yere konumlandırılması için harekete geçmeli. Çünkü neden? Çünkü bu hal, hiç de iyi bir hal değil!