Meclis’in 2024 yasama yılı açılışında Bahçeli’nin DEM Parti grubunu ziyaret edip tokalaşmasıyla başlayan Barış ve Demokratik Toplum sürecinin üzerinden yaklaşık on ay geçti. Bu süreçte olmaz denilen pek çok şey gerçekleşti. Sayın Öcalan’dan 5 yıl 2 ay sonra haber alındı. Öcalan, 27 Şubat 2025’te “tarihsel sorumluluğu üzerime alıyorum” iradesiyle örgütüne, hukuki ve siyasi gereklilikler yerine getirildiğinde fesih kararı alması için kongresini toplama çağrısı yaptı. PKK, Öcalan’ın iradesine bağlılığını beyan ederek 5-7 Mayıs 2025’te 12. Kongresini toplayıp fesih kararını aldı. Öcalan, 9 Temmuz 2025’te videolu mesajıyla örgütüne, Kürt halkına, Türkiye ve Ortadoğu halklarına seslenerek, bir yandan kendini fesheden örgütünün silahları fiilen bırakmasını diğer yandan Devlet mahallesine ülkenin, demokratik dönüşümü için gerekliliklerin yapılması çağrısını yaptı. PKK, Öcalan’ın çağrısına uyarak 11 Temmuz’da Şikefta Casenê’de düzenlenen törenle dünyanın şahitliğinde silahlarını yaktı. Buna bağlı olarak Meclis’te süreci tartışacak ve toplumsallaştıracak komisyon kuruldu. MİT Müsteşarı, süreçle ilgili siyasi partilere bilgilendirme ziyaretinde bulundu. On aylık gelişmeler, Sayın Öcalan ve PKK’nın barış için kararlı, iradeli ve sürecin ciddiyetine uygun tutum aldığını gösterdi. Ancak gerek devlet mahallesi gerekse Meclis’teki “Milli Dayanışma, Kardeşlik ve Demokrasi Komisyonu”nun bileşenleri olan siyasi partiler sürecin ciddiyetinin ve sorumluluklarının farkında değiller.
Devlet mahallesinde yürütme ile devlet aklı arasındaki ton ve ritim farklılıkları açıkça görülüyor. Türkiye’de sürdürülen barış sürecinin taktiksel mi olduğu yoksa kalıcı bir ittifakla Türkiye ve Ortadoğu’nun demokratik dönüşümünü sağlayacak stratejik mi olduğu tartışılıyorken. Öte yandan, Türkiye dışındaki Kürtlerin hak mücadelelerine ve kazanımlarına saldırmak, yüzyıllık egemen devlet aklının Kürtlere tarihsel yaklaşımının devam ettiğini ve Kürtlerle demokratik temelde ortak yaşam yerine konjonktürel, geçici ve taktiksel bir yaklaşım sergilendiğini gösteriyor. Dışişleri Bakanının neredeyse tüm mesaisini Rojava Kürtlerinin kazanımlarını ortadan kaldırmaya ve Suriye’de demokratik bir entegrasyonla ortak yaşamın inşasını engellemeye harcaması başka türlü açıklanamaz. Türkiye’deki Kürtlerle barış süreci yürütüyorsan, Rojava’da Kürtlerin kazanımlarına saldıramazsın. Eğer Türkiye’deki Barış ve Demokratik Toplum sürecine rağmen Rojava’daki Kürtlerin kazanımlarına saldırıyorsan, bu sürecin başarısız olması için provokasyon yapıyorsun, süreci sabote ediyorsun ve Türkiye’de süreci yürüten devlet aklını boşa çıkarmaya çalışıyorsun demektir.
Çatışma ve çözüm süreçlerinde barışın inşası için siyasi partilerin önemli rolleri vardır. Diyalog başlatılmalı, toplum savaşın kaybettirdiklerine ve barışın kazandırdıklarına odaklandırılmalı, sorunlar tespit edilmeli, etkili ve kalıcı çözüm önerileri pratikleştirilmeli, çözümlerin sürekliliği için sürecin hakemi, gözlemcisi ve garantörü olunmalıdır. Siyasi partilerin toplumsal barışa karşı sorumlulukları, sadece Meclis’te komisyona üye vermekle sınırlı olamaz. Topluma barışın gerekliliklerini, yol ve yöntemlerini, yaşanan haksızlıkların giderilme mekanizmalarını anlatmalı, toplumu sürece katmalı ve varsa kafasındaki soru işaretlerini gidermelidir. Çünkü bu coğrafyada yüzyılı aşkındır şiddet ekiliyor, taktiksel ittifaklar nedeniyle duygusal kırgınlıklar ve hayal kırıklıkları yaşanıyor. 1993’ten bu yana girişilen diyalog süreçleri ve özellikle 2013-2015 çözüm sürecinin ardından Kürtlerin maruz kaldıkları durumlar, devlet aklına ve yürütmesine olan inanç ve güven problemlerini derinleştirmiş durumda. Devletin Öcalan’a, hasta ve siyasi tutsaklara yaklaşımı ve bu konuda insani-hukuki adımları atmaktaki isteksizliği, Kürt halkının sürece katılımını zorlaştırıyor. Aynı şekilde, Türkiye halkları yüzyılı aşkın süredir “ülke bölünecek, bayrak değişecek, hatta ezanlar dinecek” manipülasyonlarıyla ciddi kaygılara sahip. Bu kaygılara, Kürt ve Türk halklarının binlerce evladının onlarca yıldır birbirlerine öldürtülmesiyle yaşanan duygusal travmalar da ekleniyor.
Bu kapsamda DEM Parti, Kasım 2024’ten bu yana kent dinamikleriyle, STK’larla, sanatçı ve aydınlarla, halk toplantılarıyla süreci konuşuyor, eleştiri ve önerileri dikkate alıyor, özellikle kendi kitlesini savaşın kaybettirdikleri ve barışın kazandırdıkları konusunda bilgilendirip ikna çalışmalarını sürdürüyor. Meclis’in tatile girmesiyle diğer siyasi partilerin bazı toplantılar yaptığı görülüyor. Ancak bu toplantıların Türkiye halklarını sürece hazırlamaya mı yoksa sürece karşı tutum almaya mı hizmet ettiği anlaşılmıyor.
Bütün siyasi partilerin hâlâ vazgeçmediği “burada hiçbir pazarlık yok” söylemi ciddi bir özgüven sorunudur. Bu, halkı barışa ikna edemeyeceğini düşünen bir iradenin tutumudur. Bir pazarlık olmaması gerektiği konusunda herkes hemfikirdir. Bir halkın anadilde eğitim hakkı ya da kendi seçtikleri tarafından kentlerinin yönetilmesi gibi seçme ve seçilme hakkı neden pazarlık konusu olsun ki? Tabii ki burada bir pazarlık konusu olamaz. Ancak süreçte önemli roller oynayan Devlet Bahçeli’nin yardımcısı Feti Yıldız “Bizden hiç kimse, Anayasa’nın ilk 4 maddesini, 42. maddesini, 66. maddesinde izah edilen millet ve vatandaşlık tarifini değiştireceğimizi düşünmesin. Bunlar bizim kırmızı çizgilerimizdir. Bu maddeler hiçbir zeminde tartışma konusu olmaz” diyor. Peki, o zaman bu süreç neye hizmet ediyor? Başta Kürtler olmak üzere Türkiye halklarının anadilde eğitim almasını, anadillerinde kamusal hizmet almasını sağlamayacaksa, Türkiye halklarının anayasal vatandaşlık aidiyetini sağlamayacaksa, halkın kendi kendini yönetme hakkı güvenceye alınmayacaksa bu süreç neye hizmet edecek? Feti Yıldız’ın açıklamaları ya halka barışı anlatamayacak kadar özgüven eksikliğini yansıtıyor ya da süreç ile Türkiye haklarını oyalamaya çalışıyor. Açıkça söylemek gerekirse, bu süreç, ortak vatanda her yurttaşın bireysel ve kolektif haklarını demokratik zeminde eşit ve özgür yaşama hakkına katkıda bulunmazsa, büyük duygusal kırılmalara yol açacaktır. Yaşanacak kırılma Türkiye halklarına kazandıramayacağı gibi, devlette de kazandırmayacaktır. Bu nedenle sürecin öznesi olanlar, özellikle iktidar bloku ve Devlet Bahçeli’nin etrafındakiler, söylemlerine daha dikkat etmeli, sürecin ciddiyetine uygun davranmalıdırlar.