Meclis’te kurulan komisyonun çalışmalarını gündemine alan yazar Fuat Ali Rıza, yazısında, ‘Günümüz Türkiye’sinde demokrat olmanın ölçüsü Kürtçe’nin özgürce konuşulmasını ve Önder Apo’nun fiziki özgürlüğünü istemek ve savunmaktır’ dedi
Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’ın başlattığı Barış ve Demokratik Toplum Süreci kapsamında Meclis’te kurulan komisyonun çalışmaları ve burada yaşanan gelişmeler gündemin ana başlıkları arasında yer almaya devam ediyor. Yazar Fuat Ali Rıza da Yeni Özgür Politika’daki köşesinde komisyon çalışmalarını ele alan bir yazı kaleme aldı.
Yazar Fuat Ali Rıza’nın “Demokrat olmanın birinci ölçüsü” başlıklı yazısı şöyle:
“Anadil özgürlüğü, bir siyasal sistemin demokrat olup olmadığının en temel ölçülerinden biridir. Günümüz Türkiye’sinde ise demokrat olmanın birinci ölçüsüdür.
Anadil ve demokrasi
Kuşkusuz herkesin anadilini özgürce konuşabilmesi, anadilinde okuyup yazabilmesi, anadilinde eğitim görmesi en temel insan haklarından birisi, belki de birincisidir. Çünkü dil, zihniyet oluşumuyla, anlam gücünün gelişmesiyle, yani kişiliğin şekillenmesiyle doğrudan bağlantılıdır. Dolayısıyla anadil özgürlüğü, bir siyasal sistemin demokrat olup olmadığının en temel ölçülerinden biridir. Günümüz Türkiye’sinde ise demokrat olmanın birinci ölçüsüdür.
Çünkü Türkiye nüfusunun ikinci büyük halkı olan Kürtler, en temel insan hakkı olan anadilini kullanma hakkına sahip değildir. Yani Türkiye’de Kürtçe konuşmak, Kürtçe okuyup yazmak, Kürtçe eğitim görmek esas olarak yasaktır. Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nın anadil ve eğitimi belirleyen maddelerinde Türkiye’nin ikinci büyük anadili olan Kürtçe yer almamakta ve bu durum yasal ve fiili yasaklama etkeni olarak işletilmektedir. Bu temelde Kürtler Türkçe konuşmaya, okuyup yazmaya ve eğitim görmeye zorlanmaktadır. Bu bakımdan günümüz Türkiye’sinde demokrat olmanın birinci ölçüsü Kürt halkının Kürtçe konuşmasını istemektir.
Kuşkusuz bu satırları okuyan bazıları anında tepki gösterecek, ‘İsteyen sokakta ve evinde konuşmuyor mu?’diyecektir. Buna vereceğimiz bir cevap, Kürt çocuklarının evlerinde ana ve babalarıyla Kürtçe konuşamadıkları dönemler de çok yaşandı olacaktır. İkinci cevap, daha bir ay önce İstanbul’un merkezinde Kürtçe müzik dinledikleri için linç edilen ailenin unutulmadığı olacaktır. Elbette vereceğimiz üçüncü cevap daha önemli ve daha günceldir: Esas olarak Kürt özgürlüğünü ve Türkiye’nin demokratikleşmesini sağlamak üzere oluşturulmuş bulunan Meclis Komisyonu, 19-20 Ağustos tarihli oturumlarında dinlediği Barış Anneleri’nin kendi anadilleri olan Kürtçe konuşmalarına izin vermemiştir.
Elbette bu durum, çok haklı olarak birçok kesimden gelen yoğun tepkilere yol açmıştır. Geçen hafta boyunca en çok tartışılan konu olmuştur. Hala da yoğun olarak tartışılmaktadır. Kuşkusuz söz konusu tepki ve tartışmalar anlamlı ve de anlaşılırdır. Aslında bu kadar tepki niye gösterildi denemez. Tersine daha çok tepki göstermek, deyim yerindeyse kıyameti koparmak gerekirdi demek en doğrusu olur. Çünkü insan olma ve insan olarak yaşama hakkına saldırılmaktadır. Bu biçimde Kürt halkına büyük haksızlık ve de hakaret yapılmaktadır.
Kürtçe konuşmak yasaklanırsa
Şimdi bu olay ardından, Kürt tarafının adımlarıyla geliştirilmeye çalışılan Barış ve Demokratik Toplum Süreci’nin başarısına güven azalmış durumdadır. Çünkü bu sürecin başarısında büyük rol oynayacağına inanılan Meclis Komisyonu böyle bir antidemokratik uygulamayı yapmıştır. Söz konusu antidemokratik tutum, Kürt sorununu çözme ve Türkiye’yi demokratikleştirme misyonunu üslenmiş bulunan güçten gelmiştir. Adında ‘Kardeşlik ve Demokrasi’ olan, Türk-Kürt kardeşliğini yeniden sağlayacağı ve bunu demokratikleşme temelinde yapacağı beklenen Komisyon böyle yapmıştır. Türkiye’yi demokratikleştireceği beklenen Komisyon böyle yaparsa, demokrasinin birinci ölçüsü olan Kürtçe konuşmayı yasaklarsa, bu durumda Türkiye nasıl demokratikleşecektir?
Belli ki büyük umutlar bağlanan Komisyon çalışması, söz konusu uygulamasıyla çok ciddi bir yara almıştır. Bu yarayı nasıl tedavi edeceği, tedavi edip edemeyeceği henüz belli değildir. Zira başlangıçtaki ciddiyet ve tutarlılık gittikçe azalır gibi bir izlenim vermektedir. Bu da kendini en çok Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan ile ne zaman ve nasıl görüşüleceğine dair herhangi bir açıklama yapmamış olmasında göstermektedir. Bu yönlü bütün talep ve çağrılara rağmen, Komisyon başkanlığı ısrarla suskunluğunu devam ettirmektedir.
İmralı’da değişen bir şey yok
Kaldı ki Önder Abdullah Öcalan’a yönelik tutum bununla sınırlı da değildir. Zira son bir aydır Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan ile herhangi bir görüşmenin yapılmamış olduğu da en çok tartışılan konular arasındadır. Nitekim söz konusu tartışma ardından DEM Parti Eşbaşkanlığı bu hafta içinde İmralı Heyeti’nin yeni görüşme yapma olasılığının bulunduğunu basına açıklamıştır. Belli ki bu biçimde Kürt halkında ve demokratik dostlarında oluşan tepkiler azaltılmak istenmektedir.
Peki, böyle bir görüşme yapılırsa gerçekten söz konusu tepkiler azalır mı? Bizce azalmaması gerekir. Çünkü söz konusu görüşme özgür koşullarda yapılmamaktadır. Tersine Barış ve Demokratik Toplum Süreci’nin mimarı Önder Abdullah Öcalan, hala İmralı’da ağır tecrit ve rehine koşullarında tutulmaktadır. Yaptığı ve yapacağı şeyler devlet tarafından engellenmektedir. İstediği ve ihtiyaç duyduğu kişi veya kişilerle görüşme ve tartışma özgürlüğüne sahip değildir. Kısaca İmralı’da henüz değişen ciddi bir şey yoktur.
Kürt tarafının attığı adımlar
Oysa 27 Şubat tarihli Barış ve Demokratik Toplum Çağrısı üzerinden tam altı ay geçti. Altı aydır gerilla ateşkes konumunda ve herhangi bir eylem yapmıyor. Mayıs’ın ilk haftasında gerçekleştirdiği 12. Kongre ile PKK silahlı mücadele stratejisini ve örgütsel yapısını sona erdirdi. Kürt tarafı demokratik siyaset temelinde mücadele yürüteceği konusunda net ve inandırıcı bir tutum ortaya koydu.
Belli ki söz konusu adımların her biri bile kendi başına İmralı rehine sisteminin sona erdirilmesini gerektirirdi ve onun için yeterliydi. Fakat geçen altı aylık süre içinde bu yönlü en küçük bir adım bile atılmadı. Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’ın fiziki özgürlüğü çerçevesinde hiçbir gelişme yaşanmadı. Durum böyleyken, bir de hep Önder Apo’dan yeni gelişmeler sağlaması beklendi! Peki mevcut rehine koşullarında söz konusu beklentileri nasıl yapacak?
Açıkça görülüyor ki, gerçekten barış ve demokratikleşme isteyenler her şeyden önce ciddi olmak durumundadırlar. Türkiye’nin barışının ve demokratikleşmesinin yolunun Kürt sorununun çözümünden, yani Kürt halkının özgürlüğünden geçtiği açıktır. O halde ciddi olmak demek, önce Kürt halk varlığını kabul etmek ve bu varlığın iradesi ve savunucusu olan Önder Abdullah Öcalan’ın fiziki özgürlüğünü sağlamak demektir. Ardından da bu yönlü hukuki ve siyasi adımları cesaretle atmayı bilmek demektir. Böyle yapmayanların göstereceği tutumlar hep hile ve aldatma çerçevesinde yaşanacaktır.
Sonuç olarak, Kürt Halk Önderi üzerindeki rehine uygulamasıyla Barış Anneleri’ne Meclis Komisyonu’nda Kürtçe konuşturulmaması aynı zihniyet ve siyasetin ürünüdür. Yine Kürtlerin anadilleri Kürtçe’yi özgürce konuşabilmeleri, Önder Abdullah Öcalan’ın fiziki özgürlüğüyle etle tırnak gibi bağlıdır. O halde, günümüz Türkiye’sinde demokrat olmanın ölçüsü Kürtçe’nin özgürce konuşulmasını ve Önder Apo’nun fiziki özgürlüğünü istemek ve savunmaktır. Bunu yapmayanların kendilerini demokrat ilan etmeleri, bir aldatma ve asimilasyoncu yüzlerini gizleme çabasından başka bir şey değildir.”
HABER MERKEZİ