İdeoloji aynı zamanda örgütlü ve sistematik bilinç ve bu bilincin yaşamsallaştırılması anlamına gelmektedir. Toplumu ve kadınları bu katilden kurtaracak olan şey örgütlü bir ideolojik mücadeledir. Çağımızın en toplumsal ve özgürlükçü ideolojisi kadın kurtuluş ideolojisidir
Yaşadığımız çağ ‘ideolojilerin sonu’ olarak iddia ediliyor. Buradan yola çıkarak daha farklı teoriler de ortaya atılıyor. Hem de bu teoriler bilimsellik adına yapılıyor. Sosyal bilimin bu şekilde özünden boşaltılması ve bu ideolojilere hizmet etmesi gerçekten insana esef veriyor.
Bu söylemlerin bile başlı başına ideolojik bir yaklaşım taşıdığını peşinen belirtmek gerekir. Toplumun hiçbir ideolojiye sahip olmamasının, bilimin değerden arınık olmasının sürekli propaganda edilmesi erkek egemen karakterli kapitalist sistemin ideolojik saldırısının ifadeleridir. Bu özellikle yapılan bir bilinç çarpıtmasıdır, aldatmadır. Bu şekilde başta kadınlar olmak üzere toplum etik-estetik değerlerinden düşürülerek hareketsiz ve umutsuz bırakılmak istenmektedir. Bunu en yakıcı şekilde gösteren de kadın katliamlarıdır.
Yaşadığımız çağda özgürlük ve demokrasi taleplerinin çoğaldığı, mücadelenin daha da yoğunlaştığı doğrudur. Ama bu bize sorunun ne kadar derinleştiğini ve büyüdüğünü gösteriyor. Çünkü söz konusu kadın sorunu olduğunda ‘özgürlük ve demokrasiler çağı’ tanımı adeta duvara çarpmaktadır. Yani bu kadar kadın cinayetinin, tecavüzün ve eşitsizliğin yaşandığı bir ortamda hangi özgürlük ve demokrasinin nefes aldığından bahsedebiliriz?
Sorun her ne kadar kadın sorunu olarak adlandırılsa da soruna kadın etrafında oluşturulan ve geliştirilen kast ve kölelik sorunu demek daha doğru bir analizdir. Bunun dışındaki tespitlerin ve bunlardan yola çıkarak mücadele yöntemlerinin özgürlüğü getirmediği deneyimleriyle mevcuttur. Bunun temel nedeni de ideolojik hegemonyanın her yere sinerek gözleri kör etmesidir.
Bu hegemonyacılık sadece kör etmiyor, sürekli iktidar, kölelik ve eşitsizlik üreterek yaşamı boğuntuya getiriyor. Yaşamın kadın köleliğiyle bu kadar basitleştirildiği, anlam yitimine uğratıldığı bir toplumsal gerçeklikte sürekli huzur ve refahtan, özgürlük ve demokrasiden, değişim ve dönüşümden dem vurmak gerçekçi değildir. Kadın katliamları son bulmadan, kadına karşı geliştirilen bu ideolojik hegemonyacılık ve paradigmasal yaklaşım aşılmadan gerçek bir toplumsal değişim ve dönüşüm gerçekleşemez.
Bu ideoloji; erkek egemenliğinin iktidarını sürekli kılmak için kadının biyolojik ve toplumsal özelliklerini çarpıtarak sürekli kadın aklının eksik, erkeğin eki ve uzantısı, kötü-kirli olduğunu propaganda eder. Böyle bakan bir erkeğin kadını eşit görmesini, saygı duymasını ve sevmesini bekleyebilir miyiz? Bu ideoloji sonucunda çoğu kadın nasıl öldürüldüğünü, neden öldürüldüğünü, kim tarafından öldürüldüğünü bile bilmeden hayattan koparılıyor. Bundan bin kat fazlasını psikolojik olarak yaşıyor. Her gün defalarca bu ideolojinin temel sloganlarıyla hakaretlere uğruyor, bu bakış açısıyla baskıya maruz kalıyor. Kadınlar şahsında toplum bu ideolojiyle sadece fiziksel olarak değil zihinsel olarak da felç ediliyor.
Sürekli olarak bu ideoloji ve paradigmayı besleyen kurumlar ve kişiler de üretilerek bu kırım daha da derinleştirilmektedir. Bu ideolojinin en çok kendini dışa vurduğu alan ise kadının eve kapatılmasıyla ortaya çıkan evlilik kurumudur. Kast ilişkisi ve ideolojisi de en fazla burada gerçekleşmektedir. Burada inşa edilen kadınlık ve erkeklik kimlikleri sadece kadın-erkek ilişkilerini değil toplumsal tüm ilişkileri de başkalaşıma uğratmaktadır.
Kast ideolojisi temelinde yapılan evlilik, tecavüz kültürünün yaygınlaştırılmasına, kadının mülkleştirilerek tüm toplumsal alanların dışına itilmesine yol açmıştır. Bu ilişkide erkek her gün kadına hiç bıkmadan-usanmadan şöyle olacaksın, böyle konuşacaksın diyerek kendi üstünlüğünü göstermeye çalışmaktadır. Bu yaklaşımlarını da dokunulmaz kılarak kadını dilsizleştirmektedir. Bunu kadın katliamlarına karşı yaşanan sessizlik veya tavırsızlık gibi acı örneklerden de anlayabiliyoruz.
Sokak ortalarında katledilen kadınlara kimsenin karışmaması bu korkunç ideolojinin yaratmış olduğu algıdan kaynaklı değil midir? Kadın, mutlak olarak katilinin mülkü görüldüğü, aile ilişkileri de dokunulmaz kılındığı için kimse karışamaz, sesini çıkaramaz. Sesini çıkarması uygun görülmez hatta bazen ölümle bile sonuçlanabilir.
O nedenle kadın cinayetleri politik olduğu kadar ideolojiktir. Hatta ideolojik yanı daha ağır basar. Kadını katleden ve toplumu da felçleştiren bu ideoloji kast ideolojisidir, egemenlik ideolojisidir. Bu da ilk olarak erkek tarafından kadına karşı geliştirilmiştir. Kadının köleleştirilmesi onun özgürlük ideolojisi ve yaşamının parçalanması ve dağıtılmasıyla oluşmuştur. Kadın katliamları da bu kast ideolojisinin erkek tarafından her kadında özgürleşme potansiyelini, umudunu bitirme eylemleridir.
Bu durumda ideolojilerin sonundan bahsedemeyeceğimiz gibi değerden arınmış bir yaklaşım içinde olacağımızı da belirtemeyiz. Çünkü kadınları ve çocukları bu kadar korkunç bir şekilde katleden bu kast ideolojisi ve katil anlaşılmadan, aşılmadan güzel ve doğru bir yaşamın sahibi olamayız.
İdeoloji aynı zamanda örgütlü ve sistematik bilinç ve bu bilincin yaşamsallaştırılması anlamına gelmektedir. Toplumu ve kadınları bu katilden kurtaracak olan şey örgütlü bir ideolojik mücadeledir. Çağımızın en toplumsal ve özgürlükçü ideolojisi kadın kurtuluş ideolojisidir. Tüm kadınların ve toplumun kadın kurtuluş ideolojisinin ilkeleri etrafında yaşamı örgütlemesi, kadınların katledilmediği bir dünyayı yaratmak için ideolojik mücadeleyi en güçlü biçimde yürütmeleri en doğru, iyi ve güzel görevdir!









