11 ve 12 Eylül tarihlerinde Meclis’teki “Milli Dayanışma Kardeşlik ve Demokrasi Komisyonu” sırasıyla emek örgütlerinin ve sermaye örgütlerinin temsilcilerini dinledi.
11 Eylül’deki ilk oturumda üye sayısının çokluğuna göre kamuda çalışan emekçilerin sendikalarının üst örgütlerinin (konfederasyonlar); ikinci oturumda ise özel sektörde çalışan işçilerin bağlı bulunduğu sendikaların üst örgütleri olan konfederasyonların temsilcileri süreçle ilgili görüşlerini açıkladılar. Kendilerine davet yapılmış olmasına rağmen Birleşik Kamu İş toplantıya katılıp herhangi bir görüş bildirmedi.
Sunumların, ilgili örgütlere hakim olan ideolojiler kadar, siyasal iktidara ne kadar yakın olduklarına ya da iktidarca ne kadar kontrol edildiklerine ve üye profiline göre şekillendiği görüldü. Öyle ki sağ ve aşırı sağ görüşlü, İktidar Blokuna destek veren MEMUR- SEN, T. KAMU- SEN, TÜRK- İŞ ve HAK- İŞ aşağı yukarı aynı şeyleri söylediler. Bu gruptan süreç lehinde olumlu somut öneriler içeren açıklamalar ise sadece DİSK, KESK ve TÜSİAD gibi örgütlerden geldi.
Sendikal yoğunluk
Kamuda çalışan toplam 2,319,157 emekçinin yüzde 46,5’i MEMUR-SEN’de; yüzde 24,1’i T. KAMU- SEN’de; yüzde 8,2’si BİRLEŞİK KAMU- İŞ’te ve yüzde 7,2’si KESK’te örgütlü. Böylece kâğıt üzerinde kamu da çalışanlarının yüzde 80,9’unun sendikalı olduğu anlaşılıyor. (1) Özel sektörde çalışan kayıtlı 17.326.143 işçi var ancak bunlardan sadece 2.429.527’si sendika üyesi. Bu kapsamda özel sektörde sendikalaşma oranı da sadece %14,0. İşçilerin konfederasyonlara göre dağılımı ise şöyle: TÜRK-İŞ yüzde 52,4; HAK-İŞ yüzde 34,0 ve DİSK yüzde 10,9. (2)
Kraldan daha fazla Kralcı sözde işçi ve kamu çalışanı sendikaları
Bu örgütlerin “barış ve demokratik toplum süreci”, ya da “terörsüz Türkiye”, adına ne denirse densin, konusuna yaklaşımlarında kendilerini deşifre eden en önemli husus “PKK’nin ardından PYD ve SDG’nin de silah bırakıp bırakmaması gerektiği” sorusuna verdikleri yanıtlar oldu.
MEMUR- SEN, T. KAMU- SEN, TÜRK- İŞ ve HAK- İŞ açıklamalarında en sert, en militarist ve en şoven söylemlerle; “kırmızı çizgilerinin Suriye’deki YPG ve SDG’nin de silah bırakması olduğunu” vurguladılar ve “bu konuda hiçbir taviz verilmemesi gerektiğini” ileri sürdüler.
Bazı emek örgütlerinin kırmızı çizgisi!
Oysa mevcut sürecin ilerleyebilmesini PYD ve SDG’nin silah bırakma şartına bağlamak süreci sona erdirebilir. Çünkü bu dayatma Kürtler ve ABD tarafından, Suriye’deki istikrarsızlık ortamında, kabul edilemeyecek bir zorlama olarak değerlendiriliyor, Bunu bile bile sözü edilen işçi sendikalarının temsilcilerinin PKK dışındaki örgütlerin de silah bırakması konusunda ısrarcı olmaları, bu sendikaların barışın tesisi konusunda samimi olmadıklarının ve devletin en azından bir kanadının yönlendirmesiyle hareket ettiklerinin bir göstergesi olarak değerlendiriliyor.
Diğer yandan neredeyse hiçbir işveren örgütünün PYD ve SDG’nin silah bırakması konusunu gündeme getirmemesi ve değerlendirmelerini barışın ekonomik gelişme, demokrasi, büyüme, kalkınma ve istihdamı güçlendirmesiyle sınırlı tutmaları oldukça önemli. Yani barış konusunda işveren örgütleri işçi sendikalarından çok daha istekli görünüyorlar.
Kim ne dedi? (3)
Memur Sendikaları Konfederasyonu (MEMUR-SEN) Genel Başkanı Ali Yalçın’ın konuşmasından:
“Terörü cesaretlendirecek hiçbir adım söz konusu olmamalı. Terör örgütü PKK sadece Türkiye ve Irak’ta değil, hangi adı taşırsa taşısın bütün ülkelerdeki bileşenleriyle birlikte silah bırakmalıdır. Suriye’deki yapılanma orada durduğu müddetçe terörsüz Türkiye projesi gerçekleşmemiş olacaktır. İsrail Amerikan projesinin Suriye’de hayat bulmasına müsaade edilmemelidir. Bu konu pazarlık konusu yapılamaz ve yine şehitlerimizin hatırası, gazilerimizin fedakârlığı, annelerimizin gözyaşı bu sürecin kırmızı çizgisi olmalıdır.”
Türkiye Kamu Çalışanları Sendikaları Konfederasyonu (T. KAMU-SEN) Genel Başkanı Önder Kahveci’nin konuşmasından:
“Milliyetçi Hareket Partisi Genel Başkanı Sayın Devlet Bahçeli’nin attığı tarihî adım yüzyılın karanlığını aydınlatan bir kardeşlik işareti, bir umut kıvılcımı olmuştur. Cumhurbaşkanımızın bu süreçteki kararlılığı ise milletimizin tamamında bir güven duygusu yaratmıştır. Bugün geldiğimiz noktada örgüt silah bırakma noktasına gelmiş, fesih kararını açıklamıştır. Bu adımla birlikte süreç örgütün alacağı bir kararla değil, yurt içinde ve yurt dışında bütün unsurların silahlarını eksiksiz olarak teslim etmesiyle ve Türkiye Cumhuriyeti’nin değerlerine bağlı kalacağına dair tam bir taahhütle anlam bulacaktır.”
Kamu Emekçileri Sendikası Konfederasyonu (KESK) Eş Genel Başkanı Ayfer Koçak’ın konuşmasından:
“Emekçiler açısından Kürt sorununun eşitlik, özgürlük ve demokrasi zemininde barışçı çözümü elzemdir. Toplumsal birliğimizin sağlanması ancak bu ülkeyi emeğin Türkiye’si yapmakla mümkün olacaktır”.
KESK Eş Genel Başkanı Ahmet Karagöz’ün konuşmasından:
“Kürt meselesinde çözüm olanaklarının nispeten tartışılabildiği bir dönemi yaşıyoruz ancak devlet tarafında somut adımların hâlâ atılmamış olması, gerekli yasal düzenlemelerin yapılmaması ve daha önemlisi ana muhalefet partisine karşı geçmişte Fazilet Partisi, DEM, HDP’ye yönelik uygulanan baskı ve yönelimlerin sistematik bir biçimde tekrar edilmesi, kaygılarımızın arttığını öncelikle belirtmek isteriz. Sorunların barışçıl yollarla çözüleceğine dair onca söz ve girişimin ardında böylesine organize ve siyasal yönelimlerle yapılan operasyonlar sürecin iktidar blokunca bir oyalamaya mı getirilmek istendiğini de açıkça vurgulamak istiyoruz.”
Türkiye İşçi Sendikaları Konfederasyonu (TÜRK-İŞ) Genel Başkan Yardımcısı Ramazan Ağar’ın konuşmasından:
“Terör suçu işleyenlere karşı en net duruş sergilenmelidir. Terör eylemleri ve milletimizin vicdanını yaralayan saldırılar asla mazur görülemez, görülmemelidir. Şehitlerimizin, gazilerimizin ve yakınlarının aziz hatıralarını incitebilecek dil ve söylemlere dahi asla izin verilmemelidir… Sistematik dezenformasyon ve bölücü propagandaya karşı gençlere yönelik etkin çalışmalar yapılmalıdır. Atılacak adımlar şehit aileleri ve gazilerin hassasiyetlerini zedelemeyecek şekilde planlanmalı, fedakâr şehit ailelerinin ve gazilerin bilgilendirilmesine özen gösterilmelidir. Ülke sınırları dışında, özellikle Suriye’de yaşanabilecek gelişmelerin içerideki bütünlüğümüzü baltalamaması için alternatif planlar hazırlanmalıdır.”
Hak İşçi Sendikaları Konfederasyonu (HAK-İŞ) Genel Başkanı Mahmut Arslan’ın konuşmasından:
“Ancak PKK’nın sadece Türkiye kanadını değil; Suriye, Irak, hatta İran kanadını da içine alan bir muhataplıktır. Dolayısıyla, bu muhataplıklardan vazgeçenler veyahut da muhataplığı üzerine almayanların büyük bir sorumluluğu ve büyük bir vebali olduğunu hatırlatmak isterim. Onun için isimleri, isimlerinin başındaki harfleri ne olursa olsun PKK hedef alınarak talep edilen ve bu noktaya getirilen hususların ötelenmemesi gerekiyor. Özellikle, Suriye kanadında SDG’nin ve başka isimlerle yer alan örgütlerin bunun dışında tutulması girişimlerini şiddetle kınıyoruz ve bunu asla kabul etmiyoruz. Türkiye’nin siyonist devlet İsrail’e komşu yapılma girişimlerine karşı uyanık olmak zorundayız. Mesele sadece SDG değil, SDG’nin arkasındaki güçlerin bu projeyi akamete uğratma konusundaki çabalarını dikkatle takip etmemiz gerekiyor”.
Türkiye Devrimci İşçi Sendikaları Konfederasyonu (DİSK) Genel Başkanı Arzu Çerkezoğlu’nun konuşmasından:
“Biz, uzun yıllardır ülkemizin en temel sorunlarından biri olan Kürt sorununda her zaman barıştan, kardeşlikten ve eşitlikten yana olduk. Tüm sorunların demokrasi yoluyla çözülebileceğine inanıyoruz. Bu temelde, emek mücadelesi ile demokrasi mücadelesini birbirinden ayrı görmüyoruz. DİSK olarak hep söylediğimiz gibi “Demokrasi işçinin ekmeğidir. Demokrasi yoksa ekmek de yoktur.” diyerek emeğin ve demokrasinin aynı mücadele sahasında birleştiğini vurguluyoruz.”
Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği (TOBB) Başkanı Rifat Hisarcıklıoğlu’nun konuşmasından:
“Tüm bu meseleleri tartışırken hamaseti, husumeti ve günlük siyasete malzeme yapmayı burayla karıştırmamalıyız. Nihayetinde bu bir parti siyaseti değil, bir devlet politikasıdır. Türkiye’nin en kronik sorunlarından birini çözmek için tarihî bir fırsat yakalanmıştır. Millî Dayanışma, Kardeşlik ve Demokrasi Komisyonuyla Meclisimizin de en geniş bir katılımla sürece dâhil olması sağlanmıştır. Temennimiz, bu yapıcı atmosferin korunmasıdır. Zira, diyalog ve istişare herkesin hayrınadır. Elbette, her konuda aynı düşünmek zorunda değiliz ama terörsüz Türkiye’yi gerçeğe dönüştürmekle hepimiz mükellefiz. Türkiye’nin istikbal yürüyüşünde önemli bir dönüm noktası olacak bu hayırlı sürece katkı vermeyi bir millî duruş olarak görmeliyiz, bunun heba edilmesine de fırsat vermemeliyiz. Ezelî ve ebedî kardeşliğimiz perçinlenmeli, istikbali beraberce inşa etmeliyiz. Milletimizde ümit vardır ve beklentisi de bu yöndedir ancak elbette bu sürece yönelik kafa karışıklıkları ve muğlaklıkları da bulunmaktadır. Başta Suriye olmak üzere yurt dışındaki bazı gelişmeler de sisli bir hava oluşmasına neden olmaktadır. Tüm bunların netleşmesine, sürecin şeffaf bir şekilde ilerlemesine ihtiyaç vardır. Milletin iradesinin temsil edildiği Millet Meclisinde uzlaşmayla ve ortak zeminde buluşarak ilerleme sağlanacak ve belirsizlikler azaltılacaktır. Önemli olan, sürecin sonuna kadar uzlaşma yollarını aramak ve istişareyi korumaktır. Hepimiz biliyoruz ki terörün kökünü kurutmanın, huzuru kalıcı kılmanın ve kardeşliği güçlendirmenin yolu sadece güvenlik önlemleriyle de sınırlı değildir; demokrasi, vatandaşlarımızın kimliği, kültürü, inancı ve yaşam tarzı ne olursa olsun kendilerini özgürce ifade edebilmesinin de teminatıdır”.
Türkiye Esnaf ve Sanatkârları Konfederasyonu (TESK) Genel Başkanı Bendevi Palandöken’in konuşmasından:
“Biliyorsunuz, her tarafımız çember altında, herkes bize gıptayla bakıyor ama kıskançlıkla da hainliklerini yapmaya devam ediyor, hâlâ fitne sokmaya çalışıyorlar “Bu sürecin sonu ne olacak?” diye. Zaten başlaması demek sürecin bitmesi demek, böyle de bir karar alındı. Bütün siyasi partiler uzlaşıcı olarak bu karara imza attı, bir araya geldi, zaten bir aradaydı, bu fitneyi sokanlar dışarıda kaldı. Şimdi, dönen tekere belki de çomak sokmak isteyenler olacak. Sürenin uzamaması lazım. Bizlere vermiş olduğunuz süre ve bütün kesimlerin dinlenmesi gerçekten de çok önemli ama en önemlisi de tabii, bu ülkenin sahadaki kabullenme oranının artmasıyla ilgili de kuşkuların silinmesi lazım. Süre uzadıkça, süre uzatıldıkça, biliyorsunuz, fitne çoğalır. O bakımdan, bu süreyi kısa zamanda derleyip, toplayıp yasal zemin üzerinde, bütün hukuki prosedürleri tamamlanmış bir vaziyette halka sunulması lazım.”
Türkiye İşveren Sendikaları Konfederasyonu (TİSK) Genel Başkanı Özgür Burak Akkol’un konuşmasından:
“Biz barış ortamı sayesinde sadece bölgeye değil ama öncelikli olarak bölgeye, akabinde de ülkemizin diğer bölgelerine yatırım, istihdam ve vergi tabanının güçlenmesi anlamında ciddi bir potansiyel görüyoruz; yüksek katma değerli üretim ve millî gelir artışı potansiyeli, daha fazla doğrudan yatırım potansiyeli, düşük ve uzun vadeli borçlanma imkânı, fiyat istikrarı -çok kritik bir konu- düşük kayıt dışı ekonomiyle adil rekabet ortamı, yine yüksek verimlilik ve inovasyon ortamı, dengeli ve istikrarlı bir yerli para birimi, beşeri sermayenin gelişimi ve etkin kullanımı yani Türk Lirasının da stabilizasyonu anlamında çok kritik bir sürecin içinde olduğumuzu düşünüyoruz. Biz burada yapılması gereken hamlelerin önemli bir kısmını yapabilirsek sadece bu jenerasyon değil ama bizden sonraki jenerasyonlara çok önemli bir miras bırakacağımızı da düşünüyoruz. Buradaki barış ortamının tesis edilmesinden en başta bölge halkı, bölgedeki vatandaşlarımız olmak üzere tüm Türkiye’deki vatandaşlarımız, işçi, işveren ve devlet kazanacaktır… Özetle, hemen hemen her göstergede barışın her anlamda istihdam, vergi, oradaki iş sağlığı güvenliği, sendikalılık, ekonomik refah, borçlanma maliyetlerinin aşağı gelmesi gibi her anlamda bölge halkına ve bireylere ciddi fayda sağlamış durumda”.
Türkiye Ziraat Odaları Birliği (TZOB) Başkan Vekili Ahmet Bahadır’ın konuşmasından:
“Kalıcı barışın sağlandığı bir senaryoda bölgesel ölçekte çok güçlü fırsatlar bizi beklemektedir. Bu senaryoda yalnızca Doğu ve Güneydoğu Anadolu Bölgelerimiz için geçerli olmak üzere mera verimi yüzde 15-20 artabilir, yem maliyeti yüzde 20-30 azalabilir, özel sektör yatırımları yüzde 50 artabilir, dijital tarım teknolojileri verimlilik oranı yüzde 30 yükselebilir, bölgesel tarımsal gayrisafi yurt içi hasıla katkısı yıllık 5-8 arasında yüzde olarak büyüyebilir, tarım istihdamı yüzde 10-15 arasında artabilir. Bu sadece ekonomik bir sıçrama değil göçün tersine dönmesi, kırsal nüfusun güçlenmesi, toplumsal uyumun pekişmesi demektir. Kalıcı barış Doğu ve Güneydoğu Anadolu Bölgemizde Türkiye’nin stratejik gıda üretim üssü hâline gelmesine önemli katkı sağlayacaktır. Bu hem ulusal gıda güvenliğimizi garanti altına alacak hem de ekonomik kalkınmada çarpan etkisi yaratacaktır”.
Müstakil İşadamları Derneği (MÜSİAD) Genel Başkanı Burhan Özdemir’in konuşmasından:
“MÜSİAD olarak biz terörsüz Türkiye vizyonunu sadece bir iç güvenlik meselesi olarak değil, aynı zamanda ekonomik kalkınma, toplumsal uyum, kültürel birlik ve adalet ekseninde yeni bir toplumsal sözleşme olarak değerlendiriyoruz… Koruculuk sistemi yine, bu süreçte aslında özellikle altının çizilmesi gereken konulardan bir tanesi… Bizdeki rakamlara göre yaklaşık 50 bin korucu hâlen aktif hâlde çalışmakta. Şüphesiz koruculuk sistemi Türkiye’nin zor bir döneminde önemli bir görev üstlenmiş ve güvenlik güçlerinin yüklerini de olabildiğince hafifletmiştir ancak artık terörsüz Türkiye vizyonunu konuşuyorsak kalıcı bir yapı olmaktan çıkmalı, adaletli bir tasfiye ve entegrasyon programıyla onurlu bir şekilde, bu sürecin sonunda, belki kademeli bir şekilde tarihe uğurlanmalıdır diye düşünüyoruz. Yine, Suriye’deki diğer terör örgütlerinin silah bırakma sürecine uyum sağlamaması riski bu sürecin başarıya ulaşmasının önündeki risklerin başlıcaları diye görüyoruz.”
Türk Sanayicileri ve İş insanları Derneği (TÜSİAD) Başkan Yardımcısı Bülent Ozan Diren’in konuşmasından:
“Biliyoruz ki toplumsal ilerleme refaha, refah küresel ekonominin kurallarına uymaya, bu uyum ise demokratik bir toplumsal yapıya bağlıdır. Böyle bir yapının oluşturulması ülkemizdeki tüm sivil toplum kuruluşlarının, siyasi partilerin, kurumların ve bireylerin ortak hedefi ve kültürü olmalıdır çünkü bireyler de kurumlar da kendi farklı ideallerini gerçekleştirme konusunda eşit fırsatları her türlü fikre ve gelişmeye açık, uzlaşma kültürü olan bir demokratik toplumsal yapı içinde bulabilirler… Komisyonun çalışmalarıyla somutlaşacak adımların, ülkemizin ekonomik kalkınma ve demokrasi ortamına uyumlu yansımasını temenni ediyoruz. Toplumsal kutuplaşmanın yerini toplumsal uyuma bırakmasının sorunlarımızın çözümü için elverişli bir zemin hazırlayacağını düşünüyoruz… Komisyonun terörün ülke gündeminden çıkarılması ve toplumsal bütünleşmenin sağlanması amacının kalıcı olarak hayata geçmesi, demokrasi ve hukukun üstünlüğünün tam olarak tesis edilmesine bağlıdır. Demokrasi ve hukuk devletini tartışma konusu edilemeyecek bir düzeye getirmek içeride ve dışarıda ülkemize, kurumlarımıza, demokrasimize güveni artırmak hiç şüphesiz ekonomimizi de güçlendirecektir.”
Anadolu Aslanları İş Adamları Derneği (ASKON) Genel Başkanı Orhan Aydın’ın konuşmasından:
“Şunu çok iyi biliyoruz ki huzur ve güvenin sağlanmadığı bir ortamda yatırım iklimi maalesef oluşamaz. Siyasi ve ekonomik istikrarın bulunmadığı koşullarda üretim sürdürülemez. Toplumsal birlik ve beraberliğin olmadığı yerde ise ihracatın kalıcı ve sürdürülebilir olmasını da maalesef ki konuşamıyoruz. Ve şunu net şekilde ifade edebiliriz ki dünyanın neresinde olursa olsun iş insanları her daim güvenli limanları tercih ediyor. İşletmeleri veya şirketleri bir yerde yatırım yapmaya iten temel faktörler ham madde, yarı işlenmiş mamul, enerji pazarına yakın olma, bol ve nitelikli iş gücü gibi faktörlerdir ancak bütün bu faktörlerin cazibesine ve devletimizin bu ana kadar detaylı bir şekilde vermiş oldukları teşvik paketlerine rağmen adı terörle anılan bölgelere gidilememesi yapılacak yatırımın güvenliğinin ne kadar önemli olduğunun göstergesidir ve unutmayalım ki bir fabrikanın bacasından tüten duman sadece üretimi değil, aynı zamanda huzuru da temsil ediyor.”
İşçi sendikaları barış ve demokrasi ilişkisi
Kapitalizmin bir ürünü olan işçi sendikaları ile liberal temsili demokrasi ve barış arasındaki ilişkiyi karakterize ettiği düşünülen birbiriyle ilişkili üç bağ mevcuttur.
İlk olarak, sendikalar demokrasinin bir ürünü olarak görülürler çünkü güçleri demokratik kurumların varlığına ve dayanıklılığına bağlıdır. Örgütlenme özgürlüğü veya grev hakkı gibi demokratik normlar, sendikalara işyerinde, işgücü piyasasında ve bir bütün olarak politik ekonomide karar alma süreçlerine katılmaları için gereken alanı sağlar. Savaş ortamı ise işçilerin demokratik haklarını hayata geçirmelerini önler.
İkinci olarak, barış ve demokrasi ortamında sendikalar işçiler ve onların sınıfsal çıkarlarına hizmet eden ekonomi politikalarını cesaretlendirme ve uygulama becerileri sayesinde demokrasiye önemli katkılarda bulunurlar.
Üçüncü olarak, sendikalar seçimlerde emekten yana duruş sergileyen siyasi partileri destekleyerek ve onların gündemlerini etkileyerek siyasette merkezi roller oynamak için üyelerini yönlendirirler.
Kısaca, işçi sendikaları barışın ve demokrasinin inşası ve güçlendirilmesinde önemli roller oynayabilirler. Bu yöndeki mücadeleleri için üretimden gelen güçlerini, grevler ve iş durdurmalar yoluyla kullanırlar. Bu durum da onların genelde politik olarak sağ ya da aşırı sağdan ziyade sosyal demokrasi ve sosyalist partilerle birlikte hareket etmelerini sağlar.
Sendikalar sadece emek mücadelesi vermezler
Bir başka anlatımla, işçi sendikalarının ekonomik eşitliği desteklediğini ve işçilerin gücünü artırdığını, işçilerin ücret artışı, daha iyi sosyal haklar ve daha güvenli çalışma koşulları kazanmalarına yardımcı olduğunu biliyoruz. Ancak sendikaların tek yaptığı bu değildir. Sendikaların insanların iş dışındaki yaşamları üzerinde de güçlü etkileri vardır. Dayanışmayı teşvik ederler, sivil ve demokratik siyasi katılımı ve barış çabalarını desteklerler, işçi sınıfının örgütlerine ekonomi politikalarının yaşamlarını nasıl etkilediği konusunda güvenilir bilgi sağlarlar ve demokraside sermayenin gücüne karşı bir denge unsuru olarak hizmet ederler. Tarih boyunca sendikalar, demokratik olmayan iktidarlara karşı direnişin motoru olmuş; eşitsizliğe meydan okumak, insan haklarını ve barışı savunmak ve her türlü otoriterliğe karşı çıkmak için işçileri harekete geçirmişlerdir.
Nitekim 1980’lerde “üçüncü demokratikleşme dalgası” olarak adlandırılan sürecin ardından, siyaset bilimciler Rueschemeyer, Stephens ve Stephens (1992) 37 tarihsel demokratikleşme vakasını karşılaştırarak 19. ve 20. yüzyıllar boyunca demokratik hakların tam olarak genişletilmesini en çok işçi sınıfının desteklediği sonucuna varmıştır. (4)
Neo-liberalizm altında genelde işçi sendikaları demokrasi ve barış karşıtı pozisyon aldılar
Buna karşılık son 30 yılda bazı işçi sendikalarının bu tutumlarının tersine örnekler sergilediği ve demokrasi ve barışı savunmak bir yana, otoriterliğin ve militarist politikaların destekçileri haline gelerek demokrasilerin aşınmasına neden oldukları da görülüyor.
1990 ve 1991’de Romanya’da ve 1991’de Yugoslavya’da işçi sınıfı demokrasiye karşı seferber edildi ve zamanla demokrasi aşındırıldı. Dahası, Meksika ve Arjantin’de otoriter bir geçmişe sahip olan sendikalar, neo-liberal bağlamda da neo-popülist partilerin ve yozlaşmış elitlerin siyasi müttefikleri olarak görüldü. (5)
İsrail ve Polonya örnekleri
Bu dönemdeki en çarpıcı iki örnek İsrail ve Polonya’dır. Öyle ki bu ülkelerin her ikisi de sendikaların gerçekten de demokratik gerileme süreçlerinde önemli aktörler olabileceğine tanık oldu. Her iki örnekte de büyük sendikalar önceden demokratik bir rejimin oluşumunda önemli roller oynasalar da neo-liberal uygulamaların hızla ilerlemesiyle (İsrail’de 1980-1990’larda, Polonya’da ise 1990-2000’lerde) bir kenara itildiler. Hem Histadrut (İsrail) hem de Solidarity (Polonya), kendi ülkelerinde, daha sonra sağcı popülist partilerle koalisyonlara yeniden entegre olmalarına dayanan yeni bir koalisyon gücü geliştirerek geçmişteki etkilerinin bir kısmını geri kazanmanın yollarını aradılar.
Polonya’da, sendikaların demokratik gerileme karşısındaki rolü sağcı popülist Hukuk ve Adalet Partisi (PiS) ile olan güçlü ortaklığına bakılarak da anlaşılabilir. Bu ittifak, sendikanın ekonomik hedeflerini desteklerken, sivil toplumun güçlü direnişine rağmen PiS’in güç kazanmasına ve demokratik gerilemeyi sürdürmesine yardımcı oldu. Pek çok insan Dayanışma’nın PiS’e verdiği açık desteğin partinin ezici başarısında ve PiS Hükümetinin istikrarında ve algılanan meşruiyetinde (2015-2023) önemli bir faktör olduğuna inanıyor.
Solidarity: ekonomik kazanım için demokrasiden vazgeçmek!
Öyle ki yargıçların toplu olarak görevden alınmasında PiS, seçimlerden önce sendikanın başlıca taleplerinden biri olan Polonya’daki emeklilik yaşının düşürülmesini kolaylaştırdığı için bu önlemi savunan Solidarity’nin (Dayanışma) ezici desteğini aldı. Böylece, yargıdaki dramatik reform Solidarity tarafından emek yanlısı bir önlem olarak meşrulaştırıldı ve sivil toplum örgütleri PiS’in öncülük ettiği antidemokratik önlemlere karşı harekete geçseler de Solidarity’den hiçbir destek görmediler. Dahası, sendika, özgür basının zayıflatılması veya bireysel özgürlüklerin ihlali (kürtaj haklarının kısıtlanması) gibi Polonya’nın demokratik altyapısının erozyona uğratılması anlamına gelen diğer PiS politikalarına karşı hiçbir direniş belirtisi göstermedi. (6)
Sendikaların bazılarının demokrasi saflarından demokrasi karşıtı saflara geçişinin temel nedeni neo-liberalizm ile birlikte sendikaların ciddi bir güç ve nitelik kaybına uğramaları ve bu kaybı başka biçimlerde telafi etme yoluna gitmeleridir. Öyle ki sendikalar, genellikle bu dönemin bir belirtisi olarak kademeli ve sürekli bir gerileme yaşadılar. Bu, sendikaların örgütlenme gücündeki düşüş (sendika yoğunluğu/üye sayısı); grevlerin kademeli olarak ortadan kalkmasında da görüldüğü üzere örgütsel gücün azalması; sendikaların kapsamı (toplu sözleşmeler yoluyla) ve düzenleyici kurumlara katılımlarında görüldüğü üzere yasal veya kurumsal güçlerinin azalması biçiminde kendisini gösterdi.
Kısaca, işçi sendikalarının demokrasilerde tartışmasız önemli bir siyasi rol oynamalarına rağmen, bu rolü sürdürme kabiliyetleri neo-liberal karşı devrimci güçler tarafından büyük ölçüde aşındırıldı. Geleneksel güç kaynakları azaldıkça, sendikalar doğrudan (ekonomik) çıkarlarını desteklemek için giderek daha fazla dış desteğe başvurdular ancak bu kendi özerkliklerini zayıflatma ve kendilerini ortaklarının çıkarlarına ve siyasi projelerine tabi kılma pahasına oldu.
12 Eylül Cunta Hükümetine bakan veren sendika
Nitekim Türkiye’de de neo-liberalizmin siyasal anlamda başlangıcı olarak kabul edilen 12 Eylül Askeri Diktatörlüğü döneminde bazı sendikaların demokrasiyi aşındıran rolü açıkça ortaya çıktı. DİSK kapatılıp, yöneticileri hapse atılırken, TÜRK-İŞ, açık tutulduğu gibi, bir yöneticisi cunta tarafından oluşturulan hükümete çalışma bakanı olarak atandı.
Sonuç olarak
Bugün kamuda MEMUR-SEN’in ve T. KAMU-SEN’in İktidar Blokunun birer aparatı olarak kullanılması, keza işçi sınıfının açlık sınırında ücretlere mahkum edildiği bir dönemde asgari ücrete enflasyon kadar dahi zam yapılmasına izin vermeyen, grevlerin ertelenerek yapılmasını imkansız kılan politikalara ve emek karşıtı kemer sıkma politikalarını amaçlayan ekonomi politikalarına ses çıkarmadığı gibi, işçileri pasifize ederek bu politikaları meşrulaştıran TÜRK-İŞ ve HAK-İŞ’in işbirlikçi tavrı tesadüf değildir.
Tarih emek, demokrasi ve barış mücadelesinin bir bütün olarak verilmesi gerektiğini ortaya koymuştur. Gerçek bir emek mücadelesi yürütmeyen, demokrasinin otokrasiye dönüşmesine katkıda bulunanların barışı savunmalarını da beklememek gerekiyor.
Aynı şekilde barış ve demokrasiyi savunmayanların emek mücadelesi vermeleri de mümkün değildir. Yapılması gereken şeylerden birisi de barışın inşasının başarıyla sonuçlanması ve aynı zamanda ülkenin demokratikleşmesi ve işçi sınıfının güçlendirilmesi için mücadele ederken, bunlara içerden karşı çıkan işçi aristokratlarını teşhir etmek ve onlarla da aynı kararlılıkla mücadele etmektir.
Dip notlar:
- https://www.csgb.gov.tr/Media/5mdbbwjh/2025-temmuz-kamu-gorevlileri-sendikalarinin-uye-sayilari.pdf (6 Temmuz 2025).
- 6356 Sayılı Sendikalar ve Toplu İş Sözleşmesi Kanunu Gereğince; İşkollarındaki İşçi Sayıları ve Sendikaların Üye Sayılarına İlişkin 2025 Temmuz Ayı İstatistikleri Hakkında Tebliğ”i (24 Temmuz 2025 tarihli ve 32965 sayılı Resmî Gazete).
- TBMM Tutanak Hizmetleri Başkanlığı, İncelenmemiş Tutanaklar (11-12 Eylül 2025 Tarihli Oturumlar).
- Lucio Baccaro, Chiara Benassi ve Guglielmo Meardi, “Theoretical and empirical links between trade unions and democracy”, 40 (1). s. 3-19, https://journals.sagepub.com (24 August 2018).
- Assaf S. Bondy, “Workers for democracy? Trade unions and the struggle against democratic backsliding”, https://www.tandfonline.com (23 May 2025).